Bu Blogda Ara

20 Mart 2016 Pazar

YAZ KIZIM; ÜÇ KİLO ÇİMENTO....



Yazma maceram bundan tam bir ay önce başladı. Amatör bir yazarım. Ne yazmam gerektiği, nasıl yazmam gerektiği, noktalama yanlışlıkları ve hatta anlatım bozuklukları... hiçbirinden haberim yok.-ki halen yok- Ama yıllardır içinizde kalan bir hayal, size adım adım yaklaşıyorsa bunları biraz göz ardı edebiliyorsunuz. Hele ki hayallerinizi destekleyen insanlar varsa ve kendinizi eğitme - geliştirme yolunuz açıksa, bir cesaret insanın içine doğuyor. Tıpkı bana doğduğu gibi.

 

Keşke bu cahil cesaret daha önce gelseydi içime. Keşke bu kadar çok korkmasaydım yazdıklarımdan. Yıllarca yazıp yazıp silmeseydim hislerimi. Kaç tomar kağıt yırttım, yaktım inanın hatırlamıyorum. Bu çaba ise sırf yazdıklarımı “aman kimseler okumasın” diye.

 

Sonra....

Bir gün eski bir arkadaşımla oturmuş dertleşiyorduk. Hayatımın ne kadar berbat gittiğini, mutsuzluğumu, keyifsizliğimi anlatıyordum. Derken, “Diana”. dedi…  “Neden çocukluğumuzda olduğu gibi tekrardan yazmayı ve bu şekilde kendini ifade etmeyi denemiyorsun?”.  Başta gülüp geçsem de kendisine, o akşam bir ışık belirdi içimde. Uzun uzun konuşmalarımızı ve bana söylediklerini tekrarladım içimden. Ve bir gün sonrasında, en azından bir blog açmaya karar verdim. “Nasıl olsa kimse okumaz, olmadı yazdıklarımı bir kaç güne silerim, en azından denemeliyim…” dediğim blogum beklenmedik okuma oranlarına ulaştı. Daha sonra, şu an çok çok çokk minnettar olduğum biriyle tanıştım. Beni kitap yazmaya (hayallerime) yöneltti ve destek olacağını söyledi. Aynı zamanda kendimi geliştirmem için kurslar, kitaplar vs. ayarladı benim için. Bununla da kalmayıp ek bir kazancım olsun diye makale yazarlığına yönlendirdi beni. Şuan hala binbir eksiğim var. Yolum uzun biliyorum ama sonum aydınlık, görüyorum…

Gelelim asıl konuya; bir kaç gündür değil kitap yazmak, blogun bile yüzünü açmıyorum. Ülkece yaşadığımız onca üzücü olaylardan ötürü müdür yoksa kendi iç dünyamda, kendimle olan yüzleşmelerimden midir bilinmez ne ilham geliyor ne de yazacak tek bir kelime. 

 En sevdiğim şey kafamdan hikayeler uydurmak, yazılar yazmak, yazdıklarımı paylaşmakken bu aralar paylaşıma kapalıyım. Çevrimdışı oldum resmen. Ne yazacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Az önce eski sevgilimi arayıp kavga mı etsek diye düşündüm. Çünkü onunla ne zaman kavga etsek acayip kurgular tasarlıyordum kafamda :) Bir kaç dakika telefonda konuşsak bir haftaya yetecek ilhamı işler yüreğime. Biliyorum… Ama buna gerek var mı? Yok! 

Peki ben ne yazacağım? Herkes aynı şeyi söylüyor: “Yaz, yaz, yaz” diye... Ayy vallahi en sevdiğim şeyden bıktırdılar beni bu ara. Nefes almadan yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Ağlayasım geliyor bazen. Bu öyle hadi oturayım da ay sonu geldi Kdv. hesabı yapayım diye bir şey değil ki… Ya da matematik probleminde havuzun kaç dakikada dolduğunu bulmakla alakası yok ki… İçinden gelmeli insanın. 

İçinden gelmedikten sonra dünyaları koysalar önüne yazamıyorsun. 

Gerçi bunları da şuan neden yazıyorum, bilmiyorum. İçimden yazmak geldi ve yazdım. Saçma oldu, duygusuz oldu. Ruhu yok yazdıklarımın. Ama yazmak istedim…

Başınızı boşa şişirdiğim için özür dilerim. Sizleri seviyorum. 

 

Bu yazıyı okuyan kişi   kalp   ben.. :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder