Bu Blogda Ara

31 Mart 2016 Perşembe

BAYAN BAHTSIZ ÇENE!



Hayatımda yaptığım en büyük yanlışı düşünüyorum son 20 dakikadır. O kadar fazla ki hangisinden başlayayım, nasıl bir sıralama yapayımda en başa hangisini koyayım bilemedim. Yakın geçmişe göz attım sonra.. Size de olur mu böyle? Başınızı yastığa koymadan önce düşünür müsünüz neyi - ne kadar doğru yaptım, ben hatayı nerede yaptım diye? O kadar çok keşkem var ki geceleri uyuyamıyorum ben mesela..

Son zamanlarda yaptığım en büyük yanlış ise şu blog olayı oldu.. Ne güzel hayallerim vardı. Başıma ne geldiyse yazacaktım güya buraya. Kimse bahsi geçenin ben olduğumu bilmeyecek, ben ağzıma ne gelirse- Allah ne verdiyse yazacaktım burada..  Bir tek bloğu açan arkadaşım ve sevgilim bilecekti böyle bir sayfanın varlığını ve sadece onlar bilecekti  Bahtsız Diana’nın kim olduğunu..

Ne oldu peki? Tutamadım ben çenemi.. “Yaa bak sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak tamam mı” diye diye çevremdeki herkese duyurur oldum. Yetmedi facebookta yazılarımı paylaşmaya başladım.. Sırf daha çok kişi bilirse daha çok okunur bloğum ve belki de bir yerlere gelirim bu şekilde düşüncesi ile herkese afiş ettim kendimi. Halbuki tanınmak ya da bir yerlere gelmek değildi amacım bu bloğu açarken.. Ne ara bu kadar saçmalar oldum, kendime şaşırıyorum bazen..

Başıma ne geldiyse şu çenemden geldi benim.. Gizli nedir öğrenemedim tüm hayatım boyunca. Nerede nasıl konuşmak gerekir hep şaşırdım. İnsanların avuçlarının içine götürdüm ben koydum kozlarımı.. “Bak al bunları sakla, ileride benim ağzıma sıçarsın” dedim açık açık.. Gizli yaşamak nasıl olur bilmedim hiç..

Susmam gereken yerlerde hep carr-carr konuştum.. Konuşmam gereken yerlerde ise dut yemiş bülbüle döndüm ..

Herkesin hayatımla alakalı bir fikri oldu her zaman. Kimseye “sana ne, seni ilgilendirmez” diyemedim. Çünkü kendim gittim anlattım neyim varsa. Şimdi birde bunca zaman anlattıklarım yetmiyormuş gibi yazmaya başladım fazladan.. En azından şu bloğu gizli tutmayı becerebilseydim keşke.. Şu yazdıklarımla dalga geçen, küçük gören, kötü anılarımla sevinip, yazdığım mutlu günlerime gözü değen kaç kişi var kim bilir. En azından sahte değilim ben. Ne hissediyorsam ya da ne yaşıyorsam öyleyim. Maskelerim yok yüzümde.. (Buda benim kendimi avutma biçimim!)Pişmanlıklarım ve keşkelerim olsa da ben bir insanım.. Ve hatasız insan olmaz.. Olmuyor ne yazık ki..

Kapatıp tüm hesapları yeni bir hesap açayım diye düşünsem de enteresan bir şekilde vazgeçemedim Diana’dan. Ne ara bu kadar yakınlaştık ne ara benimsedim ben bu ismi bilmiyorum. Sanki Bahtsız Di. Benim çok yakın bir arkadaşım, eşim, ailem hatta kocammış gibi.. Kopamıyorum ondan. Başka bir takma ismi yakıştıramıyorum kendime. Evladımı camii avlusuna bırakmak gibi hissettiriyor   başka bir hesap açmak..

Onca zamandır hatta kendimi bildim bileli yok msn yok facebook yok instagram bla blaa blaa aklınıza ne gelirse kullanmış ve bir kez olsun takip edilmekten çekinmeyen ben (hatta takipçisi artsın diye tribe giren yine ben) şimdilerde ise tam tersi bir insan oldum çıktım. İnsanların nerede olduğumu ne yaptığımı kiminle olduğumu bilmesinden o kadar çok rahatsız oluyorum ki.. Hep bir korku var içimde. Takip edilme, tenhada yakalanma, tehdit edilme hatta öldürülme korkusu.. ( Ailem, Sevgilimde -eski sevgilimde- koruyamiyor zaten artik beni)  Hayatımda o kadar kötü kalpli insan var ki çünkü onlar disinda..
Gerçi bir yandan düşününce de “Amaaaan bee, kim ne yapsın benim kıçı kırık iki fotoğrafımı ya da yazımı sanki” diye de geçiriyorum aklımdan..

Şu çenemi tutaydım iyiydi de işte tutamadım be Diana.. Senide reklam ettim böyle.. Zaten bahtsızdın şimdi daha da bahtsız oldun.. Senden de çok çok çok özür dilerim..

                


İLİŞKİDE EVRE EVRE YEMEK YEME SAFHALARI !

Açım!! Baya bildiğiniz açım hem de, az buz değil hani.. Kaç gündür kendime "aferin kız ,maşallah bana" diye gaz verip dursam da bugün öğlenden sonrasında isyan bayrakları çekmeye başladı artık midem. Eve geldiğimden beridir tam üç defa buzdolabını açıp "hayır bunu kendime yapamam" diye geri kapadım. Baktım olmuyor bu sefer eskiden abur cubur çekmecesi olan şimdilerde ise sadece sakız bulundurduğum çekmecemi sevdim durdum. Bugün açlığımın tam KIRK BİRİNCİ günü bitti. (41 kere maşallah bana )  Baktım olacak gibi değil bari bloga bir şeyler yazayım da zaman geçsin dedim ama aklıma yemekten başka hiçbir şey gelmiyor.. Arada eski sevgilim geliyor birde aklıma.. Sadece ikisi.. Başka bir şey yokmuş gibi bu dünyada düşünülüp,konuşulacak... Hay Allah'ım yaa! O kadar sıkıldım ki bu durumdan anlatamam size. İkisi içinde yazmak çok saçma geliyor artık. En azından ikisini de birbirine karıştırayım da öyle yazayım dedim. Ve ortaya şu konu çıktı;

 

İLİŞKİDE EVRE - EVRE YEMEK YEME SAFHALARI;

 

1. EVRE: Beraber Bir Şeyler İçelim mi? 

 

Tarafların henüz birbirine açılamadığı, duygularını ve isteklerini bastırdığı, en gergin ama en güzel evredir aynı zamanda.

Kırk yılın hatırı vardır diye oturulur bir kahve söylenir öncesinde.. Daha sonra karşılıklı konuşma başladıkça, taraflar kendinden bahsettikçe eğer ki konu konuyu açma faslına kadar ulaşıldıysa bardak bardak çaylar gidip gelir masaya. Ne tatlı sohbettir o, tadına doyum olmaz. Garip bir heyecan vardır hep gizlenemeyen. Bunun etkisiyle ya çayı dökersin masaya ya da yanında verilen kurabiye parçalanır elinde. Dünya durur, herkes ölür, saatler akmaz o sırada.. Açlığın gelmez aklına.. Bayat olarak kakalanan çay bile dünyanın en tatlı çayı tadını bırakır damağında.. Ancak eve geldiğinde aklın başına gelir aç karnına mideni çay ve kahve ile ne kadar deldiğin.. Ve anahtarla kapıyı açar açmaz kendinizi ilk bulduğunuz yer tabii ki WC olur.. (Eee içersen o kadar çayı-kahveyi...)

 

2.EVRE: Harika Bir Restoran Biliyorum, Akşam İçin Müsait misin?

 

İlişkiye halen başlanılmamıştır. İlk yemek sonrasında konuşulur ve yol çizilir genelde. Tamam mıyız yoksa devam mıyız diye. Bu yüzden önemlidir. Bu evrenin en güzel yanı, içinde kararsızlık barındırmaz. (En azından yemek konusunda) Önceden ayarlanılan bir yemek olduğu için gidilecek yer bellidir. Gerçi kendi içimizde bir dünya kafa patlatırız "acaba nereye gitsek" diye ama o gün gelip çattığında mekan belirlenmiş olur çoktan..

 

3.EVRE: Allah Kahretsin! Ben Şimdi Ne Yiyeceğim?

 

En sıkıntılı, en berbat durumlardan birisidir bu ilk buluşma esnasında ne yiyeceğim derdi. Bir kadının "ben bugün ne giyeceğim" derdi kadar vahim ve önemsenecek ciddi bir konudur. Ketçaplı mayonezli şeyler yiyemezsin, mideni çok şişirip rahatsız edecekler şeyler yiyemezsin, dişinin arasına girebilecek, üzerine dökülebilecek, dudağının kenarından akabilecek hiç bir şeyi yiyemezsin. Mönü sana bakar, sen mönüye bakar durursun saatlerce. Zor bir durum.. Gerçekten çok zor!

 

4.EVRE: Bir Kerede Nereye Gidelim Sorusuna Cevap Versen?!!

 

İlişki artık kurulmuştur. Sevgililik dediğimiz bu önemli kavramın içerisine girdikten sonra görüşmeler sıklaşır. Her gün görüş, sürekli beraber bir şeyler yap kısmı zamanla monotonlaştırır kişileri. Dışarıya çıkıldığı zaman farklılık arar çiftler.. Her zaman aynı yere gitmek ya da ilk defa gittiği bir yerden hiç memnun kalmadan kalkmak sinir bozucudur. Ne yiyeceğiz ve nerede yiyeceğiz gibi başlanılan konuşmalar yer yer sağanak kavgalara bile dönüşebilir hatta.... Sakıncalı bir durumdur!

 

5.EVRE: Aşkım Baksana Bi Dişimde Maydanoz Kalmış mı?

 

Belirli bir süre sonra yukarıda saydığım saçmalıkların hepsi son buluyor tabii ki.. Eğer -oldu bu kişi- diyorsak onun yanında kasılmanın, heyecan yapmanın, farklılaşmanın hiç bir anlamı yok. Öyle bir bütün oluyor ki insan ilişkisinde,  sevdiğin kişiye bakmak kendine bakmak gibi oluyor. Aslında bu çok güzel bir duygu.. Ne havalı bir cümle şöyle bakıldığında; "Sana bakmak, kendimi görmek gibi"... Ama bu demek değil ki al o kişiyi ayna olarak kullan! Biraz zamana yayılmış ilişkinin rahatlığı, biraz yakınlığın verdiği imtiyazlar biraz da kişinin boş vermişliği sonucunda bir bakmışsın, yanında çay içerken ellerinin titrediği kişinin karşısına geçmiş, elinde kürdan ile "bak bakim dişimde bir şey kalmış mı".. Olmadı canım! Hiç olmadı bu durum..

 

6.EVRE:  Çok Yedik Bee - Şiştim Vallahi!

 

Bunu genelde erkekler yapar. Hatta %98lik kısmını erkekler oluşturur bu evrenin.. Yemek sonrası şişlikleri, göbeklerini sevmeleri bir de üzerine soda içmeleri meşhurdur. Dışarıda yenmiş ise yemek arabada başlarlar ya da evde yenildiyse yemek sonrası sen kalkıp adamın yanına oturur oturmaz.. Paatt-patt-patt!!! Gaz çıkarma faslı erkeğin karnının doyduğunun, ihtiyaçlarını karşıladığının belirtisidir. Tamam yani insani bir ihtiyaç olabilir ama bunu ulu orta bizim tepemizde yapıyor olmaları cidden çok rahatsız edici! İlk zamanlar "yaa gördün mü bak ne kadar da özdeştik artık seninle, çekinecek hiçbir şeyimiz yok" olaylarına sürüklense de, bu konu daha sonraki zamanlarda "bu kişinin bana hiç saygısı yok" triplerine sokuyor insanı..

 

7.EVRE:  Sen Gittin Gideli Hiç İştahım Yok Benim..

 

Ayrılıklar.. Malum.. Hiç beklemediğimiz kişiler bile ayrılabiliyor. İlla herkes ayrılıp gidecek diye bir kaide yok elbette.. Kimilerine bir bakıyorsun, kadın sevdiği adam için yemek yapa yapa bir ömür bitirmiş adam da sevdiği kadının yemeklerini yiye yiye koca bir hayatı devirmiş. Ama mutlu sonları yazmaktan ziyade bunun birde diğer yüzü var.. Ayrılık.. Kendimden ve çevremdekilerden örnek alacak olursam eğer bana daha yatkın geldiği için bu şekilde yazmak istedim bunu.

 Tam bir dengesizlik evresi. Bir bakmışsınız deli gibi yemek yiyorsunuz. Sarmalar, dolmalar, börekler, tatlılar.. Bir bakmışsınız gram lokma geçmiyor boğazınızdan..

Sıfır iştah sıfır istek.. Dışarıda gittiğiniz her yerde onunla bir şeyler yemişsiniz mutlaka, ya da saçma bir patlıcanın bile bir anısı var geçmişinizde.. Canı bir şey çekmez, kursağından tek bir lokma geçmez oluyor bir süre sonra insanın..

Hee birde beraberken yüklen - yüklen - yüklen yaptınız zaten mideye. G*t göbek dağıttınız iyice. Bu sefer haydi hem acım yatışsın hem de ben forma gireyim diye bir dünya spor salonuna, diyetisyene para harca dur. Eeee ne oldu peki şimdi? Döndük mü yine başa...

 

Elden giden gittikten sonra arkasından fazla üzülüp ağlamaya gerek yok.. Böyle olacağı varmış demek ki böyle olmuş.. Her zaman bu dediklerim olacak diye bir şeyde yok tabii.. Bunlar sadece benim tecrübelerim ve düşüncelerim.. Pek bir içime sinmedi bu yazdıklarımda ama en azından açlığımı biraz daha yatıştırdı. En iyisi yediklerim içtiklerim kendime kalsın, anılarımı anlatayım bundan sonra..


29 Mart 2016 Salı

Güvenmek Mümkün Değil Artık..

Aslında güven dediğimiz şey bir anlık deli cesareti..

Birine kendini açmak, anlatmak, paylaşmak... Gözümüz arkada kalmadan arkasında durmak, sahiplenmek.. Malını, canını feda etmek yeri geldiğinde.. Korkularını, hayallerini, zaaflarını, endişelerini, geleceğini ve hatta geçmişini anlatmak birine.. Yazması ne kolay, yaşaması ne zor bir durum.. İşte bu zorluğun adıdır güven dediğimiz şey..

Ailem, dost bildiklerim, sevdiğim adam dediğim.. Ne çok kişiye GÜVENdim ben.. Hiç bir zaman kapıları olmadı hayatımın. Hep açık oynadım kartlarımı.. Kim istese aldım kalbimden içeri.. Kilitlemedim kendimi çevreme.. Neyim varsa anlattım, neyim varsa serdim önlerine..

Bazen bir kuru ekmek kadar azdım, bazen de sultan sofrası gibi.. Ama neyim varsa paylaştım çekinmeden.. Düşündüm ki herkes benim gibi.. Düşündüm ki herkes iyi niyetli.. Güvenebileceğimi düşündüm hiç tereddüt etmeden.. Unuttum insanoğlunun çiğ süt emmiş olduğunu..

Kaç bıçak var sırtımda sayamıyorum şimdilerde. Artık sızlamıyor bile yaralarım.. Ağlayamayalı baya bir zaman oldu sanırım..

Şu anda o kadar yabancıyım ki çevremdekilere.. Üvey anne kucağı ne kadar sıcak ise o kadar ısınabiliyorum karşımdakilere.. Adımı bile söylerken birine, korkuyorum.. Susmak bilmeyen dilime kocaman bir mühür vurulmuş gibi sanki..

Güvenerek yaptığım her yanlıştan, güvensizlikle sıyrılıyorum sanırım..

Hani bir laf var ya tabiri caizse, bu dünyada bir tek babama güvendim onu da annemin üstünde yakaladım diye..

Ben artık kimseye güvenmiyorum..

 


28 Mart 2016 Pazartesi

BEN ÖMRÜMDE SEVMEDİM ÖYLESİNE...

Yıl 2012.. Şuan çalıştığım yerde daha ikinci yılım.. Şimdiki gibi her önüne gelene kafa tutan, işi avucunun içi gibi bilen biri değilim henüz.. Müşterilere ve olaya hakimim ama bayiiler ile telefonda konuştuğum zaman mutlaka bir şeyleri ya yanlış yapıyorum ya da birbirine karıştırıyorum.

Çok sık çalıştığımız bir bayii var. Aynı zamanda sektörün en büyüklerinden.. Sahibinin bir yeğeni var( ben çok sonradan öğrendim yeğeni olduğunu) ama var ya nasıl anlatayım ki; ukala, gıcık, havalı, kasıntı bir şey. Telefonda bir şey soramıyorsun, öğrenemiyorsun. Artistliğinden yanına yaklaşılmıyor. Resmen nefret ediyorum telefona o denk gelip konuşmak zorunda kaldığımda.. İçimde hep aynı söylem; - Sen benim bir gün karşıma çıkacaksın ve senin kafanı,gözünü dağıtacağım. deyip duruyorum kendi kendime..

Gel zaman - git zaman ben işi epey bir öğrendim. O bana telefonda afra-tafra yapan patron yeğeninin ifadesini alacak kıvama geldim.. Ofis tadilatta..  2012 Mayıs ayındayız. Bu bir prosedür için bizi aradı. Ben şak-şak-şak veriyorum buna cevabı.. O sırada ne oldu hatırlamıyorum ama bu telefonda benim söylediğim bir şeye gülümsedi.. ( Ben ömrümde daha öyle bir ses duymadım!! ) Nasıl kendimi kaybettiysem artık, yere düştüm koltuğumdan. Ciddiyim hee.. şaka falan yapmıyorum ya da abartmak için yazmıyorum bunları. Bildiğin baya bir yere kapaklandım ben onun gülüşünün kulağımda bıraktığı ses ile..

O gün bana ne oldu bilmiyorum.. Ben ömrümde hiç öyle bir duygu hissetmedim. Sürekli kendimi tembihliyorum "Diana saçmalama - Diana o uyuzun teki - Diana yüzünü bile görmedin (belki çok ama çok çirkin) - Diana belki de evlidir!" Kafamda sürekli istişare yapıyorum.. Aklımda hep onun adı, kulağımda hep onun gülüşü.. Elim sürekli şirket telefonunda.. 576 ile başlayan o numara arasında, bir kez olsun sesini duyayım derdindeyim. Bir süre sonra o kadar çok bahane bulup onları arar oldum ve o da mecbur kaldığı her yerde bana soru sorar oldu ki, baya baya her gün belki bir saat telefonda konuşur olduk..

Zaman geçtikçe merakıma yenik düştüm. Bir şekilde facebook hesabından bunu buldum ve ekledim. O kadar çok utanıyorum ki ama kendimi açıklamaya.. Sürekli mesaj yazıp yazıp siliyorum. O her konuda fitne fücur olan deli kızdan eser yok bende. ilk eklediğimde resimlerine falan bir baktım, benimle yakından uzaktan alakası yok. Normalde hayatta bakmayacağım, beğenmeyeceğim bir tip.. (Yakışıklı olmadığından değil, gerçekten çok yakışıklıydı ama kim görse "Diana sen böyle birinden asla hoşlanmazsın" diyorlardı bana ve öyleydi de yani) Yine de vuruldum ben ona.. Benim için dünyada ondan başka bir canlı yoktu resmen..

Arkadaşlarımın, ailemin ve tüm çevremin alay konusu oldum o sıralar. Tüm hayatım facebook oldu.. Acaba bir şey paylaştı mı,  acaba şimdi nerede, ne yapıyor. Zaman içerisinde facebook üzerinden baya sağlam konuşmaya başladık.. Konuşmaların geneli iş ile alakalı bile olmuş olsa.. yine de onunla konuşuyor olmak bambaşka bir duyguydu benim için..

O sıralar Orhan Gencebay ile Bir Ömür albümü yeni çıkmıştı.. Ben pazar nöbeti yüzünden ofisteyim.. Facebookta onun resimlerine bakmaktan çalışamıyorum bile.. (Birde o zamanlar profiline kim baktı modası vardı, sürekli dua ediyordum "Allahım lütfen profiline bu kadar sık girdiğimi anlamasın" diye ) Sayfasında gezinip dururken albümün resmini paylaştı.. İşin aslı öyle bir albüm çıktığından haberim bile yoktu o zamana kadar..  Direk youtube'dan açtım tüm albümü dinledim.. Dinledikçe ağladım, dinledikçe aşık oldum, dinledikçe daha çok sevdim onu...)

Bu duygunun gerçekten bir tarifi yoktu bende.. Birini görmeden, tanımadan.. Sadece sesiyle, sadece yaklaşımıyla, sadece Orhan Gencebay şarkıları ile bu kadar deli sevebilmek.. Mümkün müydü gerçekten..?

Sürekli dilimde aynı sözler.. Albümde Zara'nın seslendirdiği -Dilenci şarkısı.. Bir süre sonra öyle bir duruma geldim ki artık aşkımdan, nefes alamıyorum.. Yemek yiyemiyorum, yaşayamıyorum.. Durgularımı ya dile getireceğim ya da işi-gücü bırakıp gideceğim buralardan..

Normalde namaza, oruca çok düşkün biri değilken bildiğin 5 vakit namaz kılan birisi oldum çıktım.. Her gün dua etmeye alıştım.. Onun sevdiği, onun uygun gördüğü, beni ona yakınlaştıracak her şeye seve seve kendi isteğimle koştum.. Onu sevmeye devam ettikçe ve ona tutuldukça daha bir "insan" gibi hissediyordum kendimi.. Daha kalbi temiz, daha ruhu hafif... Daha bir başkaydım artık.. Bir kez olsun kabus görmedim onu sevdiğim zamanlarda.. Her gece en beyaz rüyam oldu öyle geldi bana..

Mery ile Göztepe Mado'da oturuyoruz bir akşam. (her akşam orada oturuyorduk gerçi) Bana bir deli cesareti geldi.. Ağlaya ağlaya Orhan Gencebay dinlerken birden telefonu elime aldım ve O’na mesaj yazmaya başladım. Mery'de destek çıktı bana.. Çünkü ne kadar acı çektiğimin, ne kadar sevdiğimin en büyük o farkındaydı.. Ya hep ya hiç dedim ve ne varsa içimde yazdım, gönderdim.. Arkasında da facebooktan beni en çok anlatacak şarkıyı paylaştım.. Zara- Dilenci.

Mesajı 19 saat sonra okudu.. Tam 26 saat hiç bir cevap gelmedi... Nasıl heyecanlıyım, nasıl kaybetmişim kendimi ama.. Ellerim titriyor telefonumun mesaj kutusunu kontrol ederken.. Korkumdan telefonlara bakamıyorum ofisteki... Gözlerim sürekli ıslak ıslak.. Ağlamaya hazır, bekliyorum bir cevabı..

Tüm gün beklediğim cevap, akşam saati tam işten çıkacağım sıralarda geldi.. Gerçekten çok şaşkın olduğunu, bunu bu şekilde hiç düşünmediğini, ve birbirimizi bire bir tanıma fırsatımız olmasa da benim ne kadar iyi biri olduğumu bildiğini yazmıştı mesajında.. O kadar kibar hayır demişti ki sevgime, ve bir hakkım olmadığı halde helallik istemişti benden sırf ona gönül koyduğum için.. Kim bu kadar temizdi bu dünyada.. Kim bu kadar mükemmeldi..?  Benim gözümden bakacak olursanız eğer, kaç yıl geçti aradan hala "-Kimse" derim buna cevap olarak.. Ve mesajının ardından O'da şunu paylaştı direk; Yıldız Tilbe - Aşkımı Sakla...

Zamanla ister istemez konuşmalarımız azaldı.. Hiç aramaz, telefonlara çıkmaz oldu hatta.. Aylar sonra ilk konuşmamızı hatırlıyorum da telefonda, ben daha o kadar çok göz yaşı dökmedim ömrüm boyunca.. Üç gece hiç uyumadan ağladığımı biliyorum ben ona olan sevgimden..

Ya sonra? diye soracak olursanız eğer, aradan fazla zaman geçmedi ki askere gitti.. Askere gitmeden önce beni zaten sosyal medya hesaplarından falan silmişti... Sadece çevresinden duyduğum kadarı ile takip edebildim onu.. Askerden döndükten sonra başka bir yerde çalışmaya başladı.. Arada halen telefonda konuşuyoruz.. Etkileniyor muyum sesinden, hiç bir fikrim yok.. (Belki bazen..) Ama şöyle bir geçmişi düşününce... özlüyorum o günlerimi.. O saf sevgimi, o aşkla bakan gözlerimi.. Onu sevmeyi bile o kadar çok seviyordum ki ben...

Ne öncesinde ne de hissettiklerimin etkisini kaybettikten sonra bir kez olsun görmedim onu.. Ben onu görmeden sevdim.. Şu an o kadar yakınız ki birbirimize.. Ofisten çıksam onun şirketine yürüyerek 10 dakikada giderim.. O kadar yakın.. Ama o kadar uzak benim için..  Ben onu böyle sevdim.. Görmeden, dokunmadan, kokusunu hiç bilmeden, hissedemeden.. Ama en çok onu sevdim...

Bu yazdıklarım yaşadıklarımın ve hissettiklerimin milyonda biri bile değildir... Açıkçası bunları yazmak bile hissettiklerimi kirletir diye korkuyorum. Hiç bir kelime, söz anlatamaz çünkü o zamanlar ona olan aşkımı anlatabilmek için..

Sadece bu sayfa benim içim gibi, kalbim gibi.. Ve içimin en güzel yeri ile sevmişsem ben bir zamanlar bu adamı.. Onun baş köşede olması gerekiyordu yeri.. O yüzden yazmak istedim belki de..

Umarım çok mutlu olur, umarım Orhan Gencebay şarkılarını yaşatabileceği bir aşk bulur, umarım güneş yüzü hep aydınlığa bakar..

Ben O'nu çok sevmiştim.. Kısmet değilmiş ki demek ki olmadı..  O beni sevemedi.. Ben elmayı seviyorum diye elmanın da beni sevmesi gerekmezdi zaten.. Ben onu sevdim ya, o bana yeter...


26 Mart 2016 Cumartesi

Mart Ayında Bir Kedi Kadar Olamadın Be Diana!



Mart ayı yengeç burcu için yükseliş getirecek bir aymış. Maddi yönden ve kariyer planlaması için oldukça başarılı geçecekmiş. Vallahi öyle yazıyordu gazetede.. Ben tamamen o gazetedeki astroloji yorumcusunun yalancısıyım. Gerçi haksızda sayılmaz yazdıklarında. Bu ay iş hayatım oldukça parlak geçti, yeni atıldığım tüm işlerin altından başarı ile kalktım, blog sayfam beni şaşırtacak şekilde harika yorumlar ve izlenme oranlarına ulaştı. Günde tek makale yazısı yetiştiremiyorken bir anda bunu 6-7 taneye çıkardım.(Ben şok!) Yetmedi birde YGS sınavına girdim,parmağımı yalayıp tek bir sayfa çevirmeden kitaptan, sıfır çalışma ile beklenmedik iyi bir sonuç aldım. 

Her şey güzel, her şey yerli yerinde.. Peki ya kalbim? Tükürdüğümün astrologu bunun içinde birkaç güzel şey yazaymış ne olurmuş sanki?  

İstediğin kadar başarılı ol, istediğin kadar üstün ol.. Eğer sol tarafınız boş ise hiçbir önemi yok bu güzelliklerin. İnsanda hep bir eksiklik duygusu kalıyor.. Hatta nasıl diyordu Mustafa Ceceli bir şarkısında; "Hep eksik diyorum ya, o bile az."...

O gün çok güzel geçmiş mesela, boyumdan büyük işler yapmışım, başarmışım, mutluyum. Akşam oluyor paylaşacak kimsem yok. Günün yorgunluğunu bir fincan kahve ile atacağım kimsem yok... Tamam çevresi çok geniş bir insanım, bir sürü bir sürü dostum var, arkadaşım var, ailem, çevrem var.. Hatta öyle ki bıkkınlık geliyor bazen. Yalnız kalmak duygusuna hasret kaldım zaten son bir buçuk aydır. Sürekli her yanım insan dolu.. Kalabalık kalabalık konuşmalar, gezmeler - tozmalar, kahkahalar, eğlenmeler falan ama.. Bu dediğim başka bir eksiklik. İnsan -eş- arıyor yanında.. Omzuna başını yaslayıp hayaller kurup, huzuru arşa çıkartabileceği, sarılıp birkaç dakika aşk ile gözlerini kapatabileceği, sıcacık içten bir gülüş arıyor insan..

Her günü kavga kıyamet, laf söz dolu geçen bir buçuk yılım var geçmişimde.. Buna rağmen sorsanız şimdi bana, hayatımın en güzel yıllarını.. Onunla geçen anlarımı sayarım size. Bir insan kavga ve trip dolu bir gününü özler mi?  Özlüyorum vallahi.. (Deli gibi hem de.) Nasıl bir yoksunluk halidir bu.. Günde iki paket sigara içiyormuşum da bir anda sigarayı bırakmışım gibi..

Sürekli elim telefona gidiyor, numarasını çevirip arama tuşuna basmamla,  aramayı bitir demem arasında bir kaç salise ya oynuyor ya oynamıyor.  Erkekler askere gidince sivil hayatlarını özlerler de, askerden döndükten sonrada ömrü hayatları boyunca askerlik dönemlerini anlatır dururlar, "ahh bee o günlere dönmek lazımdı şimdi" derle ya.. İşte buda öyle bir ikilem..

Yan yanayken kan kusturduğum, ben seni istemiyorum tripleri yaptığım, her gün mızmızlandığım, bana özgürlüğümü geri ver diye haykırdığım adam, yanımdan beş dakika uzak dursa geberiyorum resmen yokluğundan. Onca zaman geçmemiş olsaydı ya da çok fazla kırmamış olsaydık birbirimizi belki giderdim kapısına, af dilerdim barışalım diye.. Ama bu kadar kopmuşken tekrar bağlamanın bir anlamı da olmuyor. Soğuyan çayı ısıtınca tadı kaçıyor da, soğuyan kalbi ısıtınca sevgin azalmıyor mu sanki?

Bunca gel-git, geçmiş, aşk acısı... Tüm bunlara rağmen içimde inanılmaz bir sevme ve sevilme duygusu var. Bazen diyorum ki kendi kendime; - Hadi o zaman ne duruyorsun?.. bazen de.. - Otur oturduğun yerde, bir akıllanamadın, az kendin için yaşa şu hayatı. diyor içimdeki ses..

Birine yeniden kendini anlatmak, başka birine alışmak, emek vermek, zaman harcamak, huyunu - suyunu öğrenme faslı... Aaaaayyy yeter!!! Vallahi hazır değilim ben bunlara. Olmaz yani, çekemem ben. Zaten genel olarak her konuda tembelim. Armut piş, ağzıma düş bir ilişkide bu zamanda bulmak çok zor.. Zaten her ne kadar "O'nu bir daha istemiyorum" tembihlerinde bulunsam da kendi kendime.. Hala danalar gibi kocaman seviyorum O'nu.. (Allah benim cezamı versin.)

Neyse... Mart ayının sonuna geldik zaten.. Bakalım belki de nisan ayında yeni yeni aşkların kapısını aralar burç yorumcuları. Ya da yine kumarda kazanıp aşkta kaybederiz. Yaşayıp göreceğiz..  



Posted via Blogaway


25 Mart 2016 Cuma

-MIŞ GİBİ..

Ofisteyim, işlerimi toparlamışım.. Müzik ruhun gıdası, madem karnımda aç bari ruhumu doyurayım dedim.. Gülben Ergen'in bir şarkısı vardı eski albümlerinden birinde.. -Mış gibi isminde.. Ne güzel şarkı ya.. Açtım onu dinliyorum..

Ne diyor şarkıda;

Bir daha bu ateşi yakmam,
Giderken ardıma bakmam,
Kapısına kilit vururum umudumun,
Ben -mış gibi yapmam...

Hayatımız bu düzende devam ediyor aslında. Sürekli birilerine ve bir şeylere ayak uydurmak için -mış gibi yapıp duruyoruz. Olmadığımız kalıpların içine girip, bambaşka birisiy-miş gibi davranıyoruz.

Örnek verelim; Mutsuzuz.. Köpekler gibi Mutsuzuz hem de.. Sırf o sevmediğimiz insanlar mutsuzluğumuzdan mutlu olmasınlar diye bol kahkahalı fotoğraflar- selfieler çekilip, orada burada mutluluk pozları kesmiyor muyuz? Mutluy-muşuz gibi yapıp..

Ya da sevmiyoruz mesela birini, hem de hiç sevmiyoruz. Sırf toplumda o kişi fazla seviliyor diye, onunla iyi geçinirsem hayatımın bir ucunda bana faydası olur diye, dostumun dostu benimde dostum olmak zorunda düşüncesi ile  ( ne bileyim patronun olur, müdürün-sorumlun olur, kaynanan olur ya da ailenden-arkadaşlarından çok sevilen ama senin hiç sevmediğin birisi olur bu kişi ne bileyim ) o kişiyi seviyor-muş gibi yapmıyor muyuz sanki hiç?   - Hiiiiç inkar etmeyin yapıyoruz bunu!! -

Bende yapıyorum. Daha doğrusu yapmayı deniyorum. Pek bir becerikli olamadığım içinde kısa sürede dışlanıyorum insanların içinden. Yüzüne gülüp arkasından dil çıkartacağım mesela birinin dimi.. Mutlaka benim dil dışarıdayken o kişinin dönüp arkasına bakası geliyor.. Sonra benim yüz şekilden şekle giriyor tabii..

Neden bilmiyorum ama hepimizin böyle bir durumu var. Olduğumuzdan farklı biriymiş gibi görünmek, ayıp kapatmak, hata gizlemek, daha şaşalı bir hayat yaşıyormuş gibi davranmak, başkalarına kendimizi beğendirmek.. Sayılacak bir çok neden içinden sadece aklıma gelenler bunlar..

Kendime bakıyorum mesela..Eski sevgilimin bir sürü klişesi vardı.. Kadın dediğin mutfakta aşçı gibi olacak derdi. Ben onun gözüne gireceğim diye bazen bir bakıyordum kendime, Anaaaa... Resmen Emine Beder olmuşum ya ben.. Bu olay biterdi bu sefer bir başlardı, yok efendim neymiş;  - Kadın dediğin dışarıda hanımefendi olacak- mış.... -   Ben sırf beni sevsin, soğumasın, diye.. Sokağa bir çıkışım var.. Saçlar iki yandan örgülü (bildiğin pakize), "Nasılsınız inşallah" falan diye konuşuyorum insanlarla, eteğimi - elbisemi düzeltmeden oturmuyorum falan böyle... ( Benim gibi pata-küte yaşayan bir insandan bahsediyoruz yaaani!!) Neyse! Bu klişelerin daha dahalarıda var.. Saysam, anlatsam.. Olmaz şimdi burada.. Yorulurum hem yazarken.. Çok uzun, çok..

Yürüyor mu peki bu şekilde, hayat daha yaşanabilir şekilde mi devam ediyor? Asla...! Sürekli bir baskı hali, sürekli bir "bu ben değilim" bunalımı, sıkılma, daralma, depresyon halleri.. Ve devamında gelen agresif tepkiler.. "Eeeeaahhh yeter bee" bağırmaları, isyan bayraklarını sallamalar.. Bla blaa blaaa...

Başkaları gibi olmayı bırakmak lazım. Kimsenin çakması olmaya gerek yok. Kimse için, olduğumuzda başka biri gibi tavırlara bürünmek anlamsız. Yaaa bir bırakın, sizi seven böyle sevsin.İzin verin insanlara, sizi olduğunuz gibi kabul etmeleri için. Sizi hatalarınızla, yanlışlarınızla, eksiklerinizle kabul etmeyen insandan size bir cacık olmaz zaten.. Sıvı cisim miyiz ki biz şekilden şekle giriyoruz, bulunduğumuz kalıbın şeklini alıyoruz anlamıyorum ki ben...??!! Hepimiz insanız sonuçta.. Ya sen hiç tuvalete çıkmıyor musun?? Ne bileyim çişin gelmiyor mu senin? Akşam olduğunda uyumuyor musun? Karnın acıkınca yemek yemiyor musun? Sevinince gülümsemiyor, üzülünce ağlamıyor musun? Nasıl bir şekle bürünüyorsun böyle anlamıyorum ki? Var öyle tipler.. Ben şahidim!. İnsan gibi davranmıyor.. Sanki dersin ki heykel, mumya, biblo gibi havalarda.. Sonrada kendi iç dünyana çekilince ağla- sızla..

Ben nasıl istersem öyle yaşıyorum vallahi. Kim ne demiş, kim ne söylemiş benim için umurumda değil.. Arkamdan konuşup beni eleştiren herkes için "o önce kendine baksın" diyip geçiyorum. İki dakika üzülsem, moralim bozulsa hakkımda düşünülenlere, üçüncü dakikada radyoyu açıp sıradaki şarkıyı hediye ediyorum kendime. Kafama tokadan başka bir şey takmıyorum..

İlla ki -mış gibi yapmam gerekirse de eğer İNSAN-MIŞŞ gibi yapıyorum..


23 Mart 2016 Çarşamba

Akılsız Kadının Cezasını SAÇLARI Çeker..

Kaç gün üzerine bugün dışarıda muazzam bir hava var.. Soğuktu, yağmurdu derken saçlarım rezil kepaze olmuştu dışarıda olduğum zamanlar içerisinde.. Sonunda o piss havalar bitti. Hava ne çok sıcak ne de üşüyecek kadar soğuk.. Hafiften bir lodos var.. (Ennn sevdiğim havalar) İnsanın içinden uzun uzun yürüyüşler yapıp, dağınık bıraktığı saçlarını rüzgara karşı savurası geliyor..

Ne yazık ki bende öyle bir saç yok.. Öyle havalara giripte saçlarımı savurmaya kalksam, en fazla 20 dakika sonra kabarmaya başlıyor saçlarım.. Zaten dalgalı bir saç yapısına sahibim, saçlarım belime kadar uzun olduğu zamanlarda bile şekil vermekte zorlanırken gittim kısacık kestirdim saçlarımı.. Şimdide iki rüzgar çıkınca savuramadığım saçlarım için kendime öffleyip kızıyorum sürekli..

Diyeceksiniz ki şimdi; "Madem seviyordun bu kadar saçlarını savurmayı neden o zaman gittin kestirdin kısacık" diye.. Neden belli. Ruhum bozuktu!

Ben böyleyim. Ne zaman moralim bozulsa, ne zaman kendimi kötü hissetsem, ne zaman bıksam - sıkılsam bu tükürdüğümün dünyasından, gözlerim direk kuaförümü arıyor. Eğer atlatılabilecek bir sorunum varsa en fazla uçlarını aldırıyorum ne bileyim kakül kestiriyorum olmadı bir kırık fön çektirip ayrılıyorum suç mahallinden.. Ama.. Sorun ciddi ise ya da gerçekten önemli bir mevzu varsa eğer yandı gülüm keten helva..

Kimlerin acısını, hırsını çıkardım şu cağğnım saçlarımdan bir bilseniz.. Kaç kez karış karış uzattığım saçlarımı iki makas darbesiyle kısacık hale getirip, oğlan çocukları gibi oldum.. Saçlarımı değil acılarımı kestiğimi düşündüm her seferinde..Allah'tan kısa saçlı haliminde bir gideri var. Çevrem alıştı artık bu duruma. Hatta kısacık kestirdiğim zaman daha çok beğeniyorlar gibi..

Hadi kesim işi neyse.. Bunun birde boya kısmı var ki işte bu çok riskli bir şey.. Ne renkler gördü şu kafam, şöyle bir düşününce "deli miymişim yaaa ben" diyorum bazı hallerime.  Facebook'ta var yani geçmişte bugün diye. Her sabah çıkıyor hani karşımıza.. Ne sarılar, ne kızıllar, ne kestaneler... Her yıl farklı bir saç rengiyle çekilmiş fotoğrafım var. Bugün bir baktım, 6 yıl önce bugün şeker pembesi yapmışım saçlarımı! Hani bir şarkıcı var ya uçarı kaçarı bir şey.. "Kendi" adında.. Heehhh.. işte aynı onun gibi bildiğin cırtt bir pembe! Direk sildim resmi, benden başka kimse görmesin diye.. Bakıyorum resimlere, bir kara kız olmuşum, bir çakma sarışın.. Ombreler mi dersin, balyajlar mı dersin, röfleler mi dersin. Ne zaman ne moda olmuşsa mutlaka yaptırmışım. Bildiğin içine etmişim saçlarımın.

Daha 24 yaşındayım.. Saçımda bir sürü beyaz var! Hani yani ırsi bir şey falan olsa anlayacağım ama, annem geldi 55 yaşına kadının daha tek tük beyazı var ya da yok.. Babam desen yine öyle.. Eeee.. boyatırsan ayda bir saçını, saçlarını oryelle açtırıp sapsarı yapıp bir hafta sonra sıkıldım, sevmedim diye simsiyah yaparsan, birde her önüne geleni adam sanıp sonra kazıkları tek tek yiyip sıkıntısını, stresini yaşarsan... Saçında beyazlar.... Kaşında beyazlar yani... Neyse....

Sonrada uğraşır dururum işte böyle. Yok bilmem ne yağı sürmeler, saçı besleyen serumlar, maskeler, kremler, cartlar - curtlar.. Bu kafayla daha çok beklerim uzasın saçlarımda, en azından başka bahara savurayım havalı havalı diye..

Ama artık akıllandım.. Her konuda olduğu gibi bunda da baya bir geç düştü jeton ama sonuç olarak düştü yani.. Kaç ay oldu boyatmadım saçlarımı, gereksiz yere bir kez olsun föndü- maşaydı sürdürmedim başıma.  Eskisi gibi gür ve hacimli olmasına az kaldı gibi sanki. Artık başkasına kızınca gidip kendi saçlarıma kıymıyorum, gidiyorum direk beni kim kızdırmışsa eğer onun saçına başına girişiyorum.. :) Şaka şaka.. Dayak yerim ki ben, güçsüzümdür o konuda.. :) Ama zehir ediyorum dünyasını o kişinin. Sen misin beni üzen.. O saç sıkıntıdan dökülene kadar, saçlarına beyazlar düşene kadar bela oluyorum başına! ( Ona göre yani, benden söylemesi :)) )

Ahh birde bir an önce uzasa artık şu saçlarım..Hayaller elidor reklamındaki kızın saçları iken gerçekler bonus card reklamındaki ay sonunu getiremeyen teyzenin cip para kafası gibi resmen.. :(

Kardeşlerim, bu yazıyı okuyan genç dostlarım, kız arkadaşlarım, ballarım, çöreklerim. Kıymayın saçlarınıza. Gencecik yaşlarınızda benim gibi sapıtıpta boyatmayın renkten renge. Doğal olun, doğal kalın.. Yaşlanınca zaten mecbur boyatıp durucağız. En azından bu günlerin tadını çıkarın. Paranız cebinizde, gençliğiniz üzerinizde kalsın. Sonrası hep pişmanlık.. Benden söylemesi..


22 Mart 2016 Salı

DOĞUM GÜNÜ AREFESİ

Yengeç burcuyum ben. 1992 Haziran ayının sonlarına doğru gelmişim dünyaya. Yaz çocuğuyum anlayacağınız. Bu nedenden dolayıdır belkide yaz aylarına ve sıcak havalara olan düşkünlüğüm..
Oldum olası hep çok özel olmuştur benim için doğum günleri.. Ve buna rağmen hep eksik, yarım geçmiştir yıldönümlerim.. Her doğum günümde ağlamışımdır, mutlaka! Hep bir " halt " yiyen, içine eden olmuştur en sevdiğim günümün..

Geçen yıl... 2015.. Havalar sıcak, ramazan ayındayız.. Doğum günümün bir gün öncesi.. Aile ve yakınlar ile beraber iftar yapacağız, ev kalabalık, herkes benim işten gelmemi bekliyor. Yemek benim adıma düzenleniyor çünkü o akşam.. Gecesi yeni yaşımı kutlayacağız maaile..

İşten çıkmama bir kaç saat kalmış.. Şuan neden olduğunu hatırlamadığım bir sebeple büyük bir kavgaya girdik erkek arkadaşımla..Haksızdı! Mutlaka iş çıkışı buluşmamız lazım dedim ve gittim yanına. Evlerinin altındaki bir cafede aşağıya inmesini bekliyorum. Akşam 19:00 olmuş, ablasının paketlerini taşımış, daha sonra geldi yanıma. Çay söyledi, bir sigara yaktı yanına.. Ben orucum.. Sigara nasıl vuruyor başıma, hava zaten çok sıcak, susuzluktan da ölmüşüm ama kupkuru boğazım ile savunacağım kendimi. Trip hakkı bende.. Haklı benim! Birde yüzüme üfleye üfleye içmiyor mu şu sigarayı .. Affeder miyim ben şimdi bunu, asla!

Şirinlikler yapıyor, gönül almaya çalışıyor, onunda haklı yanları var ama buna rağmen barışma derdinde.. Ben ise sinirliyim. Nuh diyorum peygamber demiyorum.. Bu bir yanaşsa ben iki geri çekiyorum kendimi.. Nasıl moralim bozuk, nasıl delirttiyse beni artık, yüzünü dahi göresim yok.. Konuşup ayrılacağım, kesin kararlıyım. Yarın doğum günümmüş, bu adama köpek gibi aşıkmışım falan umurumda dahi değil. Baktı ben işi yokuşa sürüyorum, sürekli kavga etme derdindeyim. Beni bastırma politikasına yeltendi bu sefer.. Pat-pat konuşmalar, eski olayları açmalar, laf-söz derken daha beter girdik birbirimize. En son bir sinirlendi bu,  masaya öyle bir yumruk vurdu ki herkes dönüp bize bakmaya başladı. Ben her zamanki gibi tutamadım kendimi ve salya sümük ağlamaya başladım.. Ama nasıl bir ağlama....

Evdekiler sürekli aramaya başlayınca kalktık mekandan. Beni eve bırakacak. Tam durulduk derken, tekrar birbirimize girdik. Nasıl kavga ediyoruz ama var ya.. Öyle bir gözüm döndü ki sinirden deli gibi kullandığı arabanın direksiyonunu bir kırdım, kaldırıma çıktık, zor durdurdu arabayı.. Gözüm nasıl döndüyse onu da kendimi de öldürmek istedim o anda.. O kadar iyi hakim olamamış olsaydı arabaya, şu an bunları yazıyor olamazdım sizlere.. Araba durdu. Nasıl korkmuşsam artık gözlerim kapalı, açamıyorum bir türlü.. Bir ara beni deli olmakla suçlayarak arabadan kovsa da sonra dayanamadı eve kadar bıraktı..

Binanın arka kapısındayız. Arabadan inip bir an önce gitmek istiyorum yanından. Anlık sapıtmamla yaşadığımız kaza olasılığının korkusu bir yandan, o kadar kavganın başımı ağrıtması bir yandan, evdekilerin zırt-pırt aramaları bir yandan, açlığım ve susuzluğum bir yandan... Hemen eve atmak istiyorum kendimi..

Hani evli çiftler ne kadar kavga ederlerse etsinler gece olduğunda aynı yatağa beraber girer, dayanamaz sarmaş dolaş uyurlar ya.. Bizde tam bu noktada öyleyiz işte. Ne kadar kavga edersek edelim, o araba bizim evin arkasında duruyorsa ve benim gitme vaktim gelmiş ise artık, mutlaka sarılır, birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi söyler öyle ayrılırdık.. ( O güne kadar)

Direk indim arabadan. Suratına dahi bakmadan.. Tabii ki tutamadım kendimi, yine dolu dolu ağlıyorum. Arkamdan "Ağlama bak sonra benden bilecekler" diye bağırdığını hatırlıyorum bir tek..( Tabii ki senden bilecekler gerizekalı! Bakkalın çırağı ağlatmadı ya beni!!!)
 Bir yandan ağlıyorum bir yandan da saçlarımı attıra attıra söylene söylene dış kapıyı açmaya çalışıyorum..

Eve geldiğimde ruh gibiydim. İftardan sonrası sakin geçti.. Herkes gülüp eğleniyor, arka arkaya pastalar falan kesiliyor, millet hediye - tebrik vs. benimle ilgileniyorken benim yüzüm resmen sirke satıyor. Aklım hala O'nda.. "Neden" diye sorup duruyorum içimden.. "Bu kadar çok seviyorken birbirimizi neden böyleyiz biz?"

Beni eve bıraktıktan sonra tek bir mesaj bile atmadı, aramadı.. Hem "zaten ayrılacaktık" diye kendimi teselli ediyorum hem de deli gibi telefonumu yokluyorum tek bir mesaj görmek için O'ndan..

Bir insanı çok sevdiğiniz halde, o kişi ile anlaşamamak, bağdaşamamak, yürütememek ne kadar acı bir durum bir bilseniz... Parmaklarımı kıyma makinesinde parçalatsam böyle yanmaz heralde canım.. Öylesi canım yanıyor...

Derken gece yarısı oldu.. 00.00... Hoşgeldin yeni yaşım, hoşgeldin doğum günüm.. İlk sevgilim mesaj attı.. Öyle mutlu oldum ki.. Ama kesinlikle belli etmiyorum mutluluğumu... Video göndermiş bana.. O yüklensin diye beklerken aradı bu sefer. Ev o kadar kalabalık ki sakin konuşabilmek için kendimi annemlerin odasına attım. Oda karanlık. Bilerek açmıyorum ışığı, kimse odaya dalmasın diye.

Doğum günümü kutladı, sanki 3-4 saat önce birbirini öldürmek isteyen kişiler biz değilmişiz gibi tatlı tatlı konuşmalar falan.. Sesinde ağlanası bir tını var.. Etkilenmek istemiyorum ama kapılmam an meselesi.. Direk "Ayrılmak istiyorum ben" diye çıkıştım.. Çünkü biliyorum.. Azcık daha konuşursam eğer Seni çok seviyorum diye ağlayacağım. Ne dese duymadım, bittiğini söyledim, artık onunla olmak istemediğimi,(yalan) bu ilişkiye inanamadığımı blaa blaaa blaaa... Telefonu kapattıktan sonra video yüklenmişti. Açtım izledim.. Saatlerce uğraşmış, dışarıda doğum günü videosu hazırlamış beni bıraktıktan sonra.. Birde komik olmuş ki.. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Ama çok sevdim.. Adam benden 14 yaş büyük.. Ama sırf ben mutlu olayım diye öyle şekillere girmiş ki... Kıyamadım o an.. Ama belli etmedim asla ona..
O gece sabaha kadar telefonda konuştuk.. Arada kapatıp mesajlaştık.. Bir sevgili olduk, bir barıştık, bir ayrıldık.. Gün doğmaya başladığında hala konuşmaya devam ediyorduk..

Sonrası doğum günüm.. Tabii ki bir gün öncesi böyle geçen doğum günüm normal bir gün gibi geçmedi.
Olaylar, olaylar, olaylar..

Ehh artık onu da yarın anlatırım belki..
Bunları yazmak bile o kadar çok yordu  ki beni..

Eski günlere gidip tekrar tekrar yaşadım sanki onca olayı.. Yazarken kolay ama yaşarken ne zor bir bilseniz. Ve insan istediği kadar iyi bir dil kullansın, o an gibi anlatamıyor.. İnanın daha zor, daha deli bir gündü..

Bugünlük bu kadar olsun..


21 Mart 2016 Pazartesi

Kaçmak - Belkide Kaçmaktan Kaçmak..



Önleri uzun arkası kısa saçları yüzüne düşmüştü kadının.. Yanaklarından akan bir damla gözyaşı karnına doğru çektiği ve çenesini yasladığı diz kapağının üzerine akmıştı.. Ellerini açabildiği kadar sımsıkı sarılmıştı kendine, bacaklarını gövdesine doğru çekerken..
Ayağındaki sandaletlerle kaç  nefes tüketecek kadar koşmuştu kim bilir.. Boşuna toz toprak içinde kalmış olamazdı yoksa narin ayakları.. Kanamazdı serçe parmağı ayakkabısının kenarından.. Ya da terleyemezdi durduk yere bu kadar.. Bu Nisan akşamında..
Yavaşça kaldırdı başını.. Gözlerine izlediği denizin dalgaları vuruyordu.. Tükenen umutlarını, unutamadıklarını, dönüşü olmayacağını bilerek yaptığı yanlışlarını serdi önüne.. Bağdaş kurdu, oturdu hayal kırıklıklarının karşısına. Neydi doğru olan ya da yanlış neydi sorgulamaktan vazgeçeli epey olmuştu.. Elindekilerle baş etmeye çalışacaktı artık sadece... Kendi içinde tüm camı çerçeveyi indirmişti.. Kırmıştı tüm zincirleri aklına dolanan.. İnsan hatalarıyla daha insandı, farkındaydı artık bunun.. Ders çıkarmayı denedi kendine, bu sınavı hayata karşı veremeyeceğini bildiği halde..
Son şansıydı belkide gitmek.. Tüm geçmişi unutup, yeni bir hayata adım atmak için son bir saat kırk beş dakikası vardı.. İstese yarım saate yetişebilirdi havaalanına.. İstemedi.. Kaçmaktan kaçmıştı resmen.. Geçmişi silmek millerle ölçülemeyecek kadar büyük bir silgi gerektirirdi çünkü O'nun için.. Bir insan başka birini unutmak istemez ise dünyanın öbür ucuna dahi gitse bir parça bulurdu orada o kişiden.. Bunu daha öncede yaşamıştı çünkü, iyi biliyordu bu hissi.. Zor olanı denedi kadın.. Burnunun dibinde dahi bitse önemsememeyi başaracaktı, zoru aşacaktı.. "Nefesini ensemde dahi hissetsem hatırlamayacağım" diye söylendi kısık sesiyle.. Denizi izlerken yaşadıklarını anlattı dalgalara.. O kadar kaptırmıştı ki kendisini mehtaba karşı.. Üşüyen omuzlarını hissetmedi, kanayan parmağını bile saatlerce görmedi gözü.. Bulutları yarıp geçen uçağın sesiyle gökyüzüne dikti gözlerini. Bu kaçırdığı uçağın, yeni hayatının yükselişiydi belkide gökyüzünde.. Tam o sırada bir yıldız kaydı bulutların arasından.. Yanaklarına dolan gözyaşlarını sildi ve gülümsedi kadın.. Bir dilek tuttu içinden.. Gerçek olacağına inandığı..



Posted via Blogaway

EDEN BULUR GÜZELİM, KALIR SANMA YANINA..

Hastayım, dün geceden uykusuzum ve sıfır enerjim var.. Buna rağmen sabah erkenden uyandım ve kendime söz verdim " Bu hafta çok güzel olacak " diye.. Hatta haftalık bir program bile yaptım kendime. Bu ara böyleyim. Kendime çizelge tutuyorum. Kimselere bulaşmayayım, zamanımı boşa harcamayayım, şu ahir ömrümün kısacık gençlik dönemlerini heba etmeyeyim diye her günümü kıymetli ve dolu dolu yaşama derdindeyim.

Sürekli yeni yeni şeyleri keşfediyorum, öğrenmeye çalışıyorum derken meditasyona merak saldım. Oldum olası böyle şeyler ile dalga geçen ben, birden bire yok efendim evrenin 7 gücü varmış,  çakralarımızı açmalıyız, bu böyle olmaz bence eşyalarımızı azaltmamız lazım, yatağımı kuzeye çevirmeliyim, okuduğum kitapları değiştirmeliyim diye çevremdeki herkesin kafasını ütüler oldum. Devamlı evrenin yasaları hakkında kitapları, blogları, makaleleri okuyup duruyorum. Birde ne okusam ne izlesem saf saf  hemen kanıp uygulama derdine düşüp, kendimle beraber etrafımdakileri de darlayıp duruyorum.

Bundan sonra herşey çok farklı olacak, bundan sonra daha mutlu olacağım, bundan sonra... bundan sonra... bundan sonra.... Her kurduğum on cümleden mutlaka bir tanesi -bundan sonra- ile başlar oldu hayatımda. Bünyeme pozitif enerji aşılayacağım diye Polyanna gibi bir şey oldum çıktım.Gel gör ki -bundan önce- yediğin hurmalar bundan sonrasını etkiliyor hayatında. İnsan istediği kadar -bundan sonra-   dolu, olumlu enerji göndersin evrene, -bundan önce-ler  bir tutuyor seni geçmişinden.. Hani böyle nasıl anlatsam; sanki birisi saçlarını, ellerine iki sıra dolamışta kafanı duvarlara sürte sürte "keşke" dolu günlerin olduğu odaya kapatıyorlar gibi hissediyorsun. Hani bazı anneler vardır, çocukları yaramazlık yapınca onu karanlık bir odaya kitlerler. Çocuk hatasıyla yüzleşsin, akıllansın mantığıyla. ( Ne saçma!) Heehh!! İşte buda o misal biraz.

Bazen öyle bir şey oluyor ki, sen gelecek adına güzel adımlar atarken attığın adımlarda karşına ansızın tokat gibi çarpıyor eski bir şeyler.. Bazen hatalar, bazen pişmanlıklar.. Tek bir söz, tek bir olay parçalıyor sizi. Ya da hiç duymak istemeyeceğiniz hatta hak etmediğiniz hakaretler işitiyor kulaklarınız.

Nasıl üzgünüm, nasıl enerjim düştü daha hafta başından.. Nasıl olur da bunlara layık görülürüm diye arkadaşıma ağlarken, birden ters yaptı resmen bana. Ben tasdiklenip onaylanmayı beklerken kullandığı tek cümle; "Eden bulur, sende yaptın zamanında aynısını ve bak şimdide sana başkaları yapıyor aynısını..." demek oldu..

Ya biliyorum haklı.. Ben -dili geçmiş zamanda o kadar çok saçmalık yaptım ki şimdi aynıları bir bir başıma gelince daha net anlıyorum hatalarımı. Başta o kadar kızdım, laf ettim falan ama haklılık paylarını düşününce daha çok üzüldüm, kızdım kendime.

Zannetmeyin ki ettiğiniz yanınıza kar kalıyor, dünün hesabı yarınlarınızda karşınıza çıkıyor. Ya aynısı geliyor başınıza ya da daha beteri ile baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Eden buluyor. Hayat tarlasına ne ekerseniz yarın onu biçiyorsunuz.

Heeee.. Sanki bana yapmadılar mı aynısını. Yakmadılar mı canımı, üzmediler mi beni.. İhanete, yalana, kötülüklere uğramadım mı sanki ben.. Sayamayacağım kadar çok hemde.. Ama düzen belli olduğundan içim rahat. Ben nasıl çekiyorsam, onlarında bir şekilde bir yerlerinden fitil fitil geliyordur.. Gelmiyorsa da gelecektir. Yakındır! Ama benim derdim kendimle. Benim sorunum kendi hatalarımla. Yüzleşmem sadece kendi yanlışlarımla... Gerisi umurumda dahi değil..

Keşkesi az, yarınları pozitif enerji dolu günler dilerim.

20 Mart 2016 Pazar

YAZ KIZIM; ÜÇ KİLO ÇİMENTO....



Yazma maceram bundan tam bir ay önce başladı. Amatör bir yazarım. Ne yazmam gerektiği, nasıl yazmam gerektiği, noktalama yanlışlıkları ve hatta anlatım bozuklukları... hiçbirinden haberim yok.-ki halen yok- Ama yıllardır içinizde kalan bir hayal, size adım adım yaklaşıyorsa bunları biraz göz ardı edebiliyorsunuz. Hele ki hayallerinizi destekleyen insanlar varsa ve kendinizi eğitme - geliştirme yolunuz açıksa, bir cesaret insanın içine doğuyor. Tıpkı bana doğduğu gibi.

 

Keşke bu cahil cesaret daha önce gelseydi içime. Keşke bu kadar çok korkmasaydım yazdıklarımdan. Yıllarca yazıp yazıp silmeseydim hislerimi. Kaç tomar kağıt yırttım, yaktım inanın hatırlamıyorum. Bu çaba ise sırf yazdıklarımı “aman kimseler okumasın” diye.

 

Sonra....

Bir gün eski bir arkadaşımla oturmuş dertleşiyorduk. Hayatımın ne kadar berbat gittiğini, mutsuzluğumu, keyifsizliğimi anlatıyordum. Derken, “Diana”. dedi…  “Neden çocukluğumuzda olduğu gibi tekrardan yazmayı ve bu şekilde kendini ifade etmeyi denemiyorsun?”.  Başta gülüp geçsem de kendisine, o akşam bir ışık belirdi içimde. Uzun uzun konuşmalarımızı ve bana söylediklerini tekrarladım içimden. Ve bir gün sonrasında, en azından bir blog açmaya karar verdim. “Nasıl olsa kimse okumaz, olmadı yazdıklarımı bir kaç güne silerim, en azından denemeliyim…” dediğim blogum beklenmedik okuma oranlarına ulaştı. Daha sonra, şu an çok çok çokk minnettar olduğum biriyle tanıştım. Beni kitap yazmaya (hayallerime) yöneltti ve destek olacağını söyledi. Aynı zamanda kendimi geliştirmem için kurslar, kitaplar vs. ayarladı benim için. Bununla da kalmayıp ek bir kazancım olsun diye makale yazarlığına yönlendirdi beni. Şuan hala binbir eksiğim var. Yolum uzun biliyorum ama sonum aydınlık, görüyorum…

Gelelim asıl konuya; bir kaç gündür değil kitap yazmak, blogun bile yüzünü açmıyorum. Ülkece yaşadığımız onca üzücü olaylardan ötürü müdür yoksa kendi iç dünyamda, kendimle olan yüzleşmelerimden midir bilinmez ne ilham geliyor ne de yazacak tek bir kelime. 

 En sevdiğim şey kafamdan hikayeler uydurmak, yazılar yazmak, yazdıklarımı paylaşmakken bu aralar paylaşıma kapalıyım. Çevrimdışı oldum resmen. Ne yazacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Az önce eski sevgilimi arayıp kavga mı etsek diye düşündüm. Çünkü onunla ne zaman kavga etsek acayip kurgular tasarlıyordum kafamda :) Bir kaç dakika telefonda konuşsak bir haftaya yetecek ilhamı işler yüreğime. Biliyorum… Ama buna gerek var mı? Yok! 

Peki ben ne yazacağım? Herkes aynı şeyi söylüyor: “Yaz, yaz, yaz” diye... Ayy vallahi en sevdiğim şeyden bıktırdılar beni bu ara. Nefes almadan yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Ağlayasım geliyor bazen. Bu öyle hadi oturayım da ay sonu geldi Kdv. hesabı yapayım diye bir şey değil ki… Ya da matematik probleminde havuzun kaç dakikada dolduğunu bulmakla alakası yok ki… İçinden gelmeli insanın. 

İçinden gelmedikten sonra dünyaları koysalar önüne yazamıyorsun. 

Gerçi bunları da şuan neden yazıyorum, bilmiyorum. İçimden yazmak geldi ve yazdım. Saçma oldu, duygusuz oldu. Ruhu yok yazdıklarımın. Ama yazmak istedim…

Başınızı boşa şişirdiğim için özür dilerim. Sizleri seviyorum. 

 

Bu yazıyı okuyan kişi   kalp   ben.. :)


18 Mart 2016 Cuma

KISMETSE OLUR AMA MÜMKÜNSE OLMASIN BUNLAR HAYATIMIZDA.

Uzun zaman sonra  dün can sıkıntısından tüm öğlenden sonrasını Kısmetse Olur izleyerek geçirdim. Bir dönem baya bir bağımlısı olarak izlediğim programın beni ve hayatımı etkilediğini hissettiğim andan beridir izlemiyordum.  Olaylara ve izlediğim her şeye odaklanma, kapılma ve kendimi o duygu yoğunluğuna sokup gerçek hayattan kopmak gibi dengesiz bir ruh yapısına sahibim zaten. Hangi akla hizmet deli divane tüm öğlenden sonramı bu zıngırtıya ayırıyordum kendime şaşıp kalıyorum şimdilerde.
Öyle bir merakla izliyordum ki yarışmayı.. "Aman şimdi ne olacak",  "hayır, onlar ayrılamazlar", "Eser bırak o Cansel'i ben seni severim", "Ya bak şimdi yine birbirlerine girecekler" falan diye ofiste tırnaklarımı kemiriyordum sürekli. Bir Allah'ın kulu da demez mi "yaa bırak şunu, işine gücüne bak" diye.. Demediler. Hatta bir süre sonra tüm ofis kenetlendik, programı izler olduk..  Kimimiz Emre ile Ayça barışmalılar derken bir diğer grup olarak barışmamalılar taraftarı falan olduk yani. O derece vahim bir durumdayız.
Bir süre sonra bir baktım ben baya baya kapılmışım bu programa.  Öyle ki bir günden bir güne sevgilisinden bir çöp beklemeyen ben!!! sırf Murat, Mehtap'a kolye aldı diye sevgilime "sen neden bana hiç sürpriz yapmıyorsun, sen beni sevmiyor musun, sen neden bana hediye almıyorsun" diye adamın başının etini yiyip sürekli darlar oldum.
Hee bir de yarışmada Melis diye bir karakter var ki... Düşman başına bile demezsiniz yani. Kız bir çirkef, bir cadaloz ki eve gelen tüm kaynana adayları kızdan bucak bucak kaçıyorlar. Bir süre sonra kendime bir baktım "Aman Allah'ımmmmm" dedim, aynı Melis olmuşum ben. Vallahi huyum suyum değişmiş. Melis gibi cırtlak, Daniela gibi konuşma aksanı olan, Mehtap gibi milletin arkasından iş çeviren biri olmuş çıkmışım. İçimden sürekli "yaa acaba Murat mı yoksa Eser mi..." diyip duruyorum. Murat gibi anlayışlı olsun ama Eser kadar yakışıklı ve çılgın ruhlu olsun duaları falan ediyorum. İnşallah böyle biri gelir yarışmaya diye de dua falan ediyorum.
"Ya kızım manyak mısın sen?" diye kendimi sorup bu serzenişten çıkmam baya baya bir zamanımı aldı. Ya benim bir sevgilim var, çokça da mutluyum. Ben niye Murat'a, Eser'e dua ediyorum ki geceleri. Neden onlar kavga etti diye adamla gidip kavga ediyorum, inanın bende bilmiyorum. Neyse ki zamanla toparladım, aştım bu sorunu. Hee! Ben bu sorunu aşana kadar adamla koptuk birbirimizden, ben adamdan soğudum o da benden, ayrıldık blaa blaaa blaaa.. Bir sürü olay oldu ama en azından artık salak saçma şeylere kapılıp bundan sonrası için hata yapmamayı öğrettim kendime.
İşte geçen bir izleyeyim dedim onca zamandan sonra.. Yaa nasıl sahteler... Nasıl saçma sapanlar. O Adnan'ın ağlamasını izlemeniz lazım.. Yüzünden sahtelik akıyor. Emre desen sürekli bir Polat Alemdar ağırlığı vermeye çalışıyor kendine. Alt fona bir Sezen Aksu şarkısı vermişler. Tüm stüdyo ağlıyor.. Bildiğin 90lar Kral Tv.sinde klip yayını izler gibi izledim hepsini. Tamam başından beridir tüm yarışmanın bir kurmaca olduğunu ve oradakilerin hepsinin ajanslardan toplama olduğunu biliyordum zaten ama yinede bir duygu katıyordu bana. Vallahi izleyemedim.. Onlar ağlıyor ben gülüyorum. Nasıl çakma duruyorlar. Nasıl duygusuzlar..
Yine çokça kızdım kendime. Böyle her ota böceğe kapılıp kendimi yönlendirdiğim ve hemen her şeyden etkilendiğim için.
Ne yazık ki toplum olarak böyle kurmaca şeyleri çok seviyoruz. Öğlenden sonrası kuşağını ve şu televizyon olayını o kadar çok takip ediyor ve kaptırıyoruz ki kendimizi... Dünyada gerçekten neler oluyor, biz bu hayatın neresindeyiz, ülkede bombalar patlıyor, gencecik kızlar tecavüze uğruyor falan haberleri bu programların beynimizi yıkaması sonucunda normalmiş gibi geliyor bize. Çünkü sulanmış beyinlerimizle yaşıyoruz. ( Tamam tamam sen izlemiyorsun zaten, neyin ne olduğunun farkındasın, sözüm senden dışarıya sevgili okur.. Bir ben böyleyim zaten! )
Şuan o yarışmada kendime örnek aldığım tek kişi; Seda Akgül! Kadın ne güzel zayıfladı, cillop gibi hatun oldu çıktı. Birde gitti o yarışmada ki gençler dururken hepsinden önce evlendi. Kısmetse olur dedi, kısmet oldu demek ki ve mutluluğu yakaladı. Darısı tüm bekarların başına olsun..
Allah'ım aynı kilo verme azminden, aynı mutluluklardan, aynı yenilenmeden bana da yaşat ya Rabbim. Söz elime geçen fırsatları artık iyi değerlendireceğim.

Umarım bende kilo veririm. Umarım bende mutluluğu yakalarım. Umarım bende artık bu saçma sapan şeylerden uzak durmayı başarabilirim.  Umarım... Umarım.. Umarım... 

16 Mart 2016 Çarşamba

Kalbine Hakim Olamıyorsan Çenene Hakim Olmayı Bileceksin!

Bir ilişki bitiyor. Arkasından bir dünya dedikodu, laf söz, söylem. Ne milletin çenesi duruyor ne de tarafların..
Aslında çok uzağa gitmeye gerek yok. En basit örnek benim.. Yalnız bana varana kadar ne çiftler var ki milletin ağzından aylarca düşmedi..
Ele alacak olursak eğer;
- Bade İşçil. Kadın medyanın en göz önünde olduğu zamanlarda gitti buz dolabı gibi bir adamla evlendi. Işıl ışıl saçları, parlayan suratı falan.. Görenler totolarını kaşıyordu onun güzelliği karşısında. Bir anda tuzla buz oldu.. Kıskanılacak süper ötesi bir hayat yaşarken ( daha dogrusu biz öyle zannederken ) birden kadının boşanma davası açtığı ve mahkemeye sunduğu nedenler ortaya çıktı. O haberi okuduğumu daha dün gibi hatırlıyorum. Etim kemiğim çekilmişti resmen. Ne demek yaa bir annenin bebegiyle olan göbek bağını vs. Koparmak. Ne çeşit bir psikopatsın kardeşim sen.. :( Sonra birileri çıktı Bade Işçil'in akli dengesi yerinde değil falan diye ortaya laf attı. Tarafların ikiside birbirlerini mahkemeye verdiler, aylarca kavga kıyamet, çamur atma, iftiralar havada uçuşurken bugün bir haber okudum. Barışmışlar! Instagramada bir resim atmışlar ailecek, yemin ediyorum kadın yaşlanmış! Çirkinleşmiş, çökmüş, berbat görünüyor. Ama öyle ya da böyle onca lafı yutmuş gitmiş yine kocaya koşmuş...

- Ece Erken. Evlendi.. Aileydi - yaş farkıydı - onca magazine malzemeydi dinlemedi gitti beş dakikada beşiktaş hesabı kıydı adamla nikahı. Yetmedi birde anne oldu.. Karnı burnunda gelinliğini giydi, mutluluk pozları verdi. Sosyal medyada, magazinde vs. Herkesin ağzının sus payını verdi. Yalan değil yani bende az takip etmedim kendisini. Instagrama attığı her resmi her twitini anı anına takip eder olmuştum.. İnsan birde kıskanıyor falan. Allah'ım bu günlere bizi ne zaman erdireceksin isyanları falan yaşıyor insan kendi içinde. Bebiş doğdu.. Tamam dedik artık mussmutlular, kimse ayıramaz bunları falan.. Sonra bir baktık magazin dünyası yankılandı.. Sabah internetten haberleri bir okuyorum. Kadın darp görmüş, adam bunu sabah, öğlen, akşam üç öğün dövüyor, sözlü tacizlerde bulunuyor, kadınlık gururunu öldürüyormuş. Tabii tüm takipçiler şok! Bir dünya kavga gürültü, ev ayırma, çocuk göstermeme, eski eşin arkasından konuşma falan derken resmen gözlerimizin önünde birbirlerine girdiler tüm yaz boyunca.. Geçen gün haberlere bir bakıyorum, barışacaklarmıymış neymiş..

Eeeaaahh yeter bee dedim! Azcık sulandırmayın şu beyinlerimizi. Toplum bunları görüyor, bu ilişkilere şahit oluyor. Ister istemez etkisinde kalıyor insan. Ne saçma sapan - dengesiz ilişkiler var gözler önünde..

O yüzden sizlerde iyi düşünün. Mümkündür, ayrılıklar olabilir. Belki sevgilinden, belkide kocandan. Ama şunu sormalı insan kendine. Ben bu insanı bir daha hayatımda görmek istiyor muyum? Ben bu insanla bir daha aynı fotoğraf çerçevesinde, aynı ortamda, yanyana durmak istiyor muyum? Eğer net bir şekilde bitmiş ise içinizde ve doluysanız gırtlağınıza kadar, artık susup içime atamıyorum diyorsanız o zaman yumun gözünüzü, açın çenenizi..
Yok efendim "aslında ben onu hala seviyorum ya, sürünsün diye böyle yaptım" zırvalaması yaşıyorsanız içten içe.. O zaman o dili ısırıp susturmayı bileceksiniz. Bilmezseniz kendine edersiniz. Bir gün mutlaka bitmesin istediginiz o güzelim ilişkinizin enkazında bulursunuz kendinizi..

Demem o ki; ekmek yediğiniz kaba pislemeyin. Pislediğiniz kaptan da bir daha yemek yemeyin!....

15 Mart 2016 Salı

Yalnızlığım Benim En Büyük Mutluluğum..

Bir yanım git diyor kapısına.. O sana gelmesin, bir kerede sen dene gitmeyi.. En kötü ihtimal alır seni götürür bir yere çay içersiniz beraber.. Üşümeme dayanamaz çünkü bu soğukta, vizdanı el vermez.. Bilirim ben onu..
Bir yanım zorla kaçırıyor beni ondan.. Ona gidince kendimden vazgeçecekmişim, hayallerim eksik kalacakmış gibi sanki..
Sonra durup düşünüyorum.. "O" yoksa eğer hangi hayalim tam olacaksa sanki diyorum, gülüyorum içimdeki gitme dur diyen yanıma..

Sevince gözüm kör oluyor benim. Silip atıyorum herkesi, herşeyi.. En çokta kendimi..

Bu ayrılık olmasaydı böyle şeyler yazacak kelimelerim olmazdı.. Sızım olmasaydı içimde kim başrol olacaktı yazdıklarıma..

Canım çok sevmek istiyor.. inanılmaz sevesim var.. Hani böyle dövse, sövse yine seveceğim..

Sonra şunu düşünüyorum.. Hissettiklerimin onunla alakası yok.. demek ki diyorum kendi kendime; Benim sevesim varmış zaten. Ben onu seçmişim sadece sevmek için.. Amaç sevmekken o sadece araç olmuş aramızda..

Kimseye hesap vermek istemiyorum. Konu hesapta değil.. Ben hayatımda kimmseyi istemiyorum. Sanki çok küçükmüşüm gibi geliyor böyle şeyler yaşamak için..
Zaten ne dersem diyeyim öyle bir aşk yaşadım ki öyle doydum ki bazı mutluluklara.. Ben payıma düşeni aldım.. Fazlasına gerek yok gibi.. Sanki benim bir ömür boyu sürecek mutluluklara hakkım yok gibi..

Doymuşum, payıma düşeni almışım geçmişim bu duygudan.. Şimdilerde tek başıma sevmek daha güzel..

Kimse beni sevsin, benimle mutluluk düşünsün dahi istemiyorum. Tek tabanca mutluyum, huzurluyum hayatımda..

Kimse beni sol köşesine alacak kadar sevmesin.. Benim solum belli, yolum belirsiz. Ben kendi mutsuzluğumla, onsuzluğumla mutluyum..

Mutluluğumuz daim olsun..


LAA LAA LAAA LAAAA BENDE BÖYLEYİM... !

Vücudumun bir yeri hasta olsa tüm bedenimi ve ruhumu ele alıyor karamsarlık.. Grip oluyorum ondan mıdır yoksa regl öncesi dönemlerimin yakınlığından mı bilinmez simsiyah hissediyorum iki gündür. Keyfim yok, hevesim yok. Kodum bozuk, ruhum çirkin gibi.. Eksik hissediyorum kendimi. İçim kararıyor.
Oluyor bana bazı bazı böyle şeyler.. Kimseyi göresim gelmiyor. Sesini duymak istemiyorum kimsenin. Üç gündür kaç kişiye "Canım yaa ben müsait olayım seni arayacağım" diye yalan sıkıp bir daha geri dönmedim sayamam. Unuttum da zaten arayacağım diye söz verdiklerimi.
Evde duramıyorum. Duvarlar üzerime üzerime geliyor. Dışarıyada çıkamıyorum.. Sanki araba çarpacakmış, gök taşı başıma düşecekmiş, bir yerde yine bomba patlayacakmış, sokak köpeklerinin saldırısına uğrayacakmışım gibi bir korku var içimde.. Sabah oluyor işe gitmek istemiyorum, akşam oluyor bir an önce sabah olsun da işe gideyim diyorum. Kızları özlüyorum yalnızken.. Yanlarına gidiyorum.. boş boş suratlarına bakıyorum. Eskisi gibi gülüp - eğlenip - saçmalayamıyorum. 
Gidip oturuyorum bir cafeye tek başıma. Kahve söylüyorum canım çay isterken.. Bu sefer çay söylüyorum aklım kahvede kalıyor. Kararsızlığımdan çayıda soğutuyorum, kahveyide.. Bir zıkkım içemeden kalkıyorum masadan.
Heveslerimin üzerine toprak atmış gibiyim. Zevk alamamak, tat bulamamak kadar iğrenç ne var ki bu hayatta. 
Sıkıyorum herşeyden. Yap-boz aldım 1000 parça. Üçüncü parçayı bulamadan offfladım, kaldırıp attım. Şu büyükler için boyama kitaplarına sardım sonra. Boya kaleminin ucu azaldı, oturdum ona ağladım. Kalemtraş bulup ucunu açabileceğim iki gün sonra geldi aklıma. Ama o süre zarfında ondan da sıkıldım. Bir sürü yeni kitap aldım kendime, okumuyorum. Dansa yazıldım güya, töbe olsun kapıdan içeriye adım atmadım daha. Yaz - yaz bir yere kadar. Belki birazda çizmeyi denemeliyim diye düşündüm kendimi anlatabilmek için. Eski sevgilimin annesi çok güzel çizimler yapardı. Ha bu arada instagramdan takip ediyorum onuda. (Alahım lütfen bir gün yanlışlıkla bir şeyini beğenmeme neden olma, o ekranda kocaman kırmızı kalp çıkacak diye korka korka bakıyorum resimlerine ) Denedim, olmadı! Çöp adam çizmeye bile yeteneğim yokken, göbişli sevdiceğimi nasıl çizeceğim bilemedim. Kırdım kalemimi yine. Bundan da vazgeçtim.
Kız arkadaşımın tavsiyesiyle bir yabancı diziye başladım. Çokta güzel bir dizi. Ama bol bol sex ve dövüş var içerisinde. Psikolojimi bozdu, son bir kaç gündür onuda izlemiyorum. Onuda yapamayınca "Narnia Günlükleri diye bir seri film var, fantastik bir seri. Kafanı dağıtırsın bak kesin senlik bunlar" dediği filminde sadece birincisini izledim. Ama bak filmi çok sevdim. Küçük bir kız çocuğu var filmde. Saklambaç oynarken gardırobun içine giriyor. Ve orada Narnia adında bir ülke keşfediyor. Bambaşka bir dünya.. Filmi izlediğimde verdiğim tek tepki O GARDROP BURAYA GELECEK! oldu. 
Küçükken ne zaman bir suç işlesem ya da bir şeyden korkup saklanmaya çalışsam salondaki köşe koltuğun duvar arasındaki o boşluğuna saklanırdım. Orada bana kimselerin hiçbir şey yapamayacağına inanırdım. Arada sırada yiyecek - cips - çikolata vs. saklardım o araya kötü günler için. Birde küçük battaniyem vardı hep o köşede dururdu. Ben ne zaman o köşeye sığınsam çekilsem saatlerce çıkmazdım oradan. Son bir kaç gündür ise tek düşündüğüm kendimi gardıroba saklamak ve bir-kaç gün oradan çıkmamak. Kimseler bulamasın beni, kimseler bilmesin nerede olduğumu. Narnia gibi bir dünya kurayım kendime. Gerçekten aykırı. Kötülüklerin olmadığı.. Yazın kar yağdığı mesela ya da sonbaharda çiçeklerin açtığı.. 
Canım istemiyor bu düzene ayak uydurmayı. Hiç bir şeyi canım istemiyor.
Sevdiğim adam gelsin istiyorum şimdi, kocaman sarılayım ona. Özledim demiyeyim mesela hiç ama o anlasın ne kadar çok özlediğimi. Sonra gitsin ama.. Yaptıkları, yaptıklarım.. Hani belki istesek düzelirdi, aşılırdı tüm problemler.. İstenince yapılmayacak ne var ki şu hayatta. Biz yeteri kadar inanmadık belkide birbirimize. Ben .... Ben istemedim ve bu hale getirdim. Kabul! Ellerimi kaldırıyorum, teslim oluyorum artık. 
Bencilim ben. Önce benim bu hayatta.. Triplerim, kaprislerim, boş çenem, heveslerim ve hevessizliklerim.. 
Ağlamam geldi yine, zor tutuyorum kendimi.. Daha çok şey var yazacak, ama yazamayacağım daha fazla.....

14 Mart 2016 Pazartesi

YALANDIR GÜLDÜĞÜM, ALDANIRIM..

Senden sonra kendime daha çok bakar oldum.. Zamanımın hepsi bana kaldı.. Hiç düşündüğün gibi olmadı. Ben hemen alıştım yokluğuna. Hatta hayatımda "daha güzel" diyebileceğim ne varsa hepsi "senden sonra" dediğim zamanlar aralığında geldi başıma.
Kimseye yaaaa hadii romantik komediye gidelim diye ısrar etmiyorum artık.. Bir buçuk yıldır inat edip gitmedigimiz tüm filmleri bir gecede oturdum izledim dvd.den. Yeni çıkan vizyondaki filmleri ise tek tek sinemada izledim keyifle.
Diyete başladım.. Ayrılalı üç hafta oldu, ben dört kilo verdim..
Pazar günleri pek bir keyifli senden sonra.. Sen uyanda hadi Azcık dışarıya çıkalım triplerinde değilim. Birlikte kahvaltı yapıcaz diye saat öğlen 15:00'e kadar aç bir sekilde seni bekleyip sonra midemi dürümle - dönerle bozmuyorum artık. Sağlıklı besleniyorum ve saatimde yiyorum yemeğimi..
O salak cafeden o kadar çok bıkmıştım ki senden sonra resmen en büyük mutluluk o cafeden uzaklaşmak oldu.. "Ayyy dedim şükür" kurtuldum o salak mekandan!
Ellerinde taş gibiydi. Sevmiyordum elimi tutmanı vs. Sana belli etmiyordum ama rahatsız ediyordu beni.. Ondan da kurtulmuş oldum hem..
Bıkmıştım sürekli ben daha doğmadan önce var olan eski şarkıları dinlemenden. Ayrıldıktan sonra bir kez olsun 80ler - 90lar dinlemedim. Varsa yoksa Demet Akalın..
Enn güzelide uzun duş keyifleri.. Duşta fazla kaldığım zaman kızıyordun ya hani ne yapıyorsun bunca saat anlamıyorum diye. Bir duşa giriyorum artık, sen de bir buçuk saat ben diyeyim iki buçuk saat çıkmıyorum.. Keyfime diyecek yok anlayacağın.

Inan ki böyle olsun çok isterdim. Ama ben yine yalan söylüyorum..

Artık rahat rahat sinemaya giderim diyordum, bir kez dahi gidemedim. Sana sarılıp izleyemeyeceğim hangi filmden zevk alabilirdim ki?...
Diyet falan bahane.. Boğazımdan lokma geçmiyor.. iştahım yok hiç.. Sensiz triliçe yemenin bile tadı yok. Sanki kelle paça yiyorum eziyeti gibi geliyor tüm yemeklerin tadı.. Midem almıyor..
Sensiz pazar günleri zaten boktan. Elimde olsa yatağıma çivileyeceğim kendimi. Pazar sabahları üzerimde bir "pazartesi sendromu" havası yaratıyor. Sokağa çıkmak istemiyorum. Elele tutuşan çiftleri görmek canımı yakıyor. Bu arada senin pamuk gibi ellerin vardı. Yine yalan söyledim. Bana bir dokunsan uykum gelirdi, yumuşacık, sıcacık.. Yuvam gibiydi avuçlarının içi.. Uzun bir yolculuktan sonra evime gelmiş gibi hissediyordum sana sarıldığımda..
O her akşam gittiğimiz cafeye senden sonra bir-kaç kez gittim.. Herkes seni sordu... Eksik kaldım.. Ben sensizde hüküm sürerim diyordum ama olmadı, sensizliğe yenik düştüm. Gidemedim zaten bir dahada... Şimdi herr akşam geçiyorum o cafenin önünden yürüyüş bahanesiyle.. Gözüm hep içeride ama sensiz oraya adım atmaya cesaretim yok.. Her akşam ordan geçerken yine o sol dipteki masada oturduğumuzu hayal ediyorum.. Biz her akşam uzun uzun sohbet ediyoruz o masada seninle.. Sadece senin haberin yok..
10 dakika duşta duramıyorum. Boğulacak gibi oluyorum. Nasıl çıkıyorum o banyodan bir bilsen.. Şimdi mesaj atacak bekletmeyeyim diye hala bir umut koşarken bir gün kayıp düşeceğim o banyoda, kıracağım kalça kemiğimi.. O kesin gibi görünüyor artık..
Şuan bunu yazarken tahmin et ne dinliyorum? Tabii ki Demet Akalın değil. Kulağımda sürekli Barış Manço çalıyor.. Senin bana gönlün var gibi gibi.. ( yüzüne karşı git diyorum ama benim sana gönlüm var gibi gibi ) O gece yarısı eve dönüş yollarında dinlediğimiz şarkılar... Sürekli dinleyip dinleyip ağlıyorum.. Unutamıyorum o güzel günleri..
Burnum sürekli akıyor ağlamaktan. Saçlarım hep dağınık.. Saç demişken.. Sırf senle kavga ettikte sen gıcık ol diye kıymıştım şu saçlarıma.. Hani diyordun ya hep; "ne zaman uzayacak, kaç hafta var bu saçların uzamasına" diye.. Saçlarım toplayabilecegim kadar uzadı artık.. Sen göremiyorsun.... Sen bilmiyorsun....
Telefonumun kısa yolları bozuldu. Sen anlardın bu işlerden. Hiçbir zaman ben yapmadım bozulan bir elektronik eşyamı, hep senin önüne koydum.. al düzelt, al bunu yap öyle getir diye. Haftalardır ayarsız bir telefonla dolaşıp duruyorum. Yapacak kimsem yok.
Bir sürü bulmaca biriktirdim, çözecek kimsem yok..
Kelimelik oyununu az önce sildim telefonumdan.. Oynayacak kimsem yok..
Abimle hala küsüs.. Babayada anlatılmıyor ki herşey.. Beni koruyacak kimsem yok. Akşamları eve gelirken çok üşüyorum, ofisin kapısında beni bekleyen bir kırmızı araba yok artık... Ya da öğlenleri pilav yeme bahanesiyle ofisin karşındaki yere gelen ve benim uzaktan uzağa izleyip kalpler gönderdiğim bir adam yok artık. Sahii yemiyor musun artık hiç pilav? ( dışımdan "zıkkım ye" desemde içimden "aman Allah korusun" dedim şunu yazarken )
Anlayacağın hayat böyle son zamanlarda. Ağlaya ağlaya yazıyorum bunları. Grip olmuşum zaten. Bir rulo tuvalet kağıdını ziyan ettim yine. Merak etme sevdigim.. Gripte geçer.. Bu acıda biter zamanla.. Seninle olmaz bir daha... Olmayacakta zaten biliyorum. Ama yinede.... bir keresinde bana gönderdìğin şarkıdaki gibi.. Seni çok ama çok ama çok seviyorum....


13 Mart 2016 Pazar

Y-edikte - G-eldik - S-ağolun !!!

İlkokul ve ortaokulda fazlasıyla başarılı bir öğrenciydim. O zamanın LGS sınavına ( Lise Geçiş Sınavı ) girdiğimde de ortanın çok çok üstü iyi bir derece yapmıştım. Yalnız gelin görünki benim aklım deli gibi güzel sanatlar lisesi okumaktaydı o dönem.. Özel bir xXx güzel sanatlar okulunu %100 burslu hak etmiş oda yetmiyormuş gibi fazladan  sınavı birincilikle kazanmıştım. Babam başarıma sonsuz inandığı için ve üstümde sürekli "benim kızım savcı olacak, hukuk okuyacak" baskısı yaptığı için kendimi ve hayallerimi es geçip babamı memnun etme çabasına düştüm. O zamanın son süper lisesine ( bir zamanlar süper lise diye bir şey vardı) yazıldım. Peki ya sonra ne oldu? Aslaa okulumu sevemedim, okula gitmemek için binbir bahane üretir oldum, bir gün olsun kitap açıp tek bir ders çalışmadım, okuldan kaçtım, sigaraya alıştım... vs vs vs... Bunların sonucunda da lise biri 2 sene üst üste okuyup en son okuldan atıldım. ( Hayaller paris - hayatlar fikirtepe )

Zaman geçtikte nasıl bir hata yaptığımı yüzüme vura vura anladım. Ama bunu tek bir kez dahi babamın suratına vurmadım. Çünkü o zamanında hayallerimi es geçmenin pişmanlığını benden çok yaşadı.....

Yaptığım hatanın büyüklüğünü anladığımda gittim açık öğretim lisesine yazıldım. Evet arkadaşlarım üniversite rahatlığına erişirken ben Ziraat bankası kuyruklarında sınav harcı yatırma ezikliğinde bulunuyordum. Evet o okul döneminde GERİZEKALI olan ve benim üzerine sümüğümü atmayacağım o kız şuan bilmem ne şirketinde bilmem ne sorumlusu. İki kere ikinin beş ettiğini zanneden o safoz arkadaşımda şuan makina mühendisi. Ve ben bunlar gözümün önünde yaşanırken senede üç defa o ilkokul sıralarında geometri1 çözmeye devam ettim. Er ya da geç bitti lise zıngırtısı. Onca eziklik ve sıkıntı sonunda bitti derken " Ulan dedim daha yeni başlıyorum!" DAHA ÜNİVERSİTE VAR ÖNÜMDE!

Bugün YGS sınavına girdim.. Sınava giderken bir çekingenlik vardı üzerimde. Sırf kimse bu yaşına gelmiş daha yeni üniversite okuyor demesin diye sürekli bir "bu benim ikinci üniversitem" imajı çizmeye çalışıyorum çevreye... Yalnız bir süre sonra bir baktımki kimsenin beni gördüğü zaten yok.. Herkeste bir stres, bir heyecan, bir paniklik.. Yaa dedim yeter bu kadar yüklenmeyin 17 yaşında bir çocuğa.. O okula girme anındaki gözümün - kulağımın şahit olduğu olayları bir bir anlatmaya kalksam cilt cilt roman yazarım şuraya...
Kızın biri tam yanımda duruyor. Nasıl bir ağlamaya başladı ama yaaaa.. Çekinmesem gideceğim sarılacağım kıza.. Yapma etme diyeceğim. Kıza yaklaşında dibindeki annesini gördüm. Kadın kıza arka arkaya yardıyor. " Bildiğin sorulardan başla, emin olmadan cevaplama, cevap kağıdını düzgün kodla, emeklerimi ziyan etme, beni rezil etme, yok amuda kalk yok nefes alma blaa blaa blaaa.. Kız en son YETEEEERRRR!!! Anne git ne olursun yalvarırım git diye bağıra bağıra ağlamaya başladı. Nasıl üzüldüm var ya o kız için.. :( Ha birde o içerideki polis kontrolü.. Sanki metroda bomba patlattık, sanki buraya gırtlak kesmeye gelmişiz gibi davranıyorlar. Öyle bir kontrolden geçiriyorlarki insanı.. yaa yanımdaki çocuğun çorabını çıkartıp ayakkabısının içini kontrol ettiler!!! Birde yani ne olmuş kulağımda küçük taşlı küpem varsa... Sanane benim küpemden? Nasıl kopya çekebilirim yada suikast düzenleyebilirim minnoş küpemle ben size yaaa??? Birisi bunun izahatini yapsın bana lütfen!! Allahtan sınav süper large geçtide biraz kendime geldim sınav çıkışı.. Gerçi aklım hala önümde oturan ve sayfaları çevirirken iç çeke çeke ağlayan o çocukta kaldı ama.... Çare yok işte ne yapayım.. :( Allah'ım sınavımın ortasında çişimi getirmediğin içinde çok çok çok minnettarım sana yarabbim.

Sınava girerken o kadar çekinen ben! sınav çıkışı bir artist çıktım ki görmeniz lazımdı havamı.. Fiziğim kabul etmiş olsaydı eğer Victoria Secret mankeni edasındaydım bile diyebilirdim hatta. O kadar free, rahat ve havalı hissediyordum kendimi. Binbir kez şükrettim rabbime iyi ki zamanında okulda kalmışım, okumamışım diye. Benim gibi duygusal yoğunluğu yüksek bir kız hemde o yaşta öyle bir strese girmiş olsaydım eğer şuan tahtalı köyden yazıyor olurdum bunları sizlere. Kesin!

Geleceğimizin, evlatlarımızın, öğrencilerimizin başarı olmasını istiyoruz ve gidip başarılı olmamaları için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz. Daha onyedi yaşında bir bireye seçme ve seçilme hakkı dahi verilmezken siz ondan hayatını seçmesini istiyorsunuz....... Ne olmuş yani bir kerede yapamadıysa... Ne olmuş yani E şıkkını B şıkkı işaretlediyse. Bu sene istediği bölüm olmadı diye seneye sınava girme hakkı mı yok sanki? Bu kadar baskı bu kadar gerginlik bu kadar büyük sorumluluklar..... Ondan sonra her sınav bitiminin bir gün ardında intihar haberleri, hastaneye kaldırılmalar vs..

İnanın bana insan kendini geliştirmek istiyor ise gerçekten okumakla falan olmuyor bu işler.. Önce düzgün insan olarak yetişmeli bu çocuklar.. Diploma dediğimiz şey kabartmalı kağıt parçasından başka bir tırıvırı değil bu yönden bakıldığında..

Atın herşeyi bir yere, söylediğim herşeyi okumamış sayın.. Hepsini geçin bunların.. hayat bana hep şunu gösterdi: eğer birşey olmuyorsa ileride bizi daha iyi şeyler beklediğinden.. Yarınlarda daha güzel şanslar olacağından...

Umudunuzu hiç kaybetmeyin tatlişkolar.. Yarınlar güzel, yarınlar umut dolu. Yarınlar bizim! Bu sene olursa ne mutlu, olmazsa seneye daha güzel şeyler sizlerle olsun. Şansınız bol olsun, öpüldünüz gözlerinizden...