Bu Blogda Ara

20 Eylül 2016 Salı

Aşka Dair İşler

Ararsan bulamazsın aşkı. "Ben aşık olacağım" diye yırtınırsan tövbe çarpmaz kalbin bir başkası için. Düşünmeyeceksin. Suya bırakacaksın gidecek, o nasıl olsa bir yolunu buluyor, nasıl olsa bir kıyıda dinleniyor sen farkında olmadan.

Yorucu bir üç yıl var ardımda. Anılarla ve yaşanmışlıklarla doluyum. Bunların karşılığında güzel geçirdiğim bir yaz ayım var birde. Dinlenmiş, ruhen detoksa girmiş, arınmış hissediyorum kendimi. Yalnız bir şey fark ettim son dönemlerde kendimde. Sürekli bir sevmek dürtüsü var içimde. Son zamanlarda kaç kez "Aşık oldum galiba", ya da "Bu sefer aşık olmuş olabilir miyim acaba" diye sordum kendime, hatırlamıyorum bile.

İnsan bir yere kadar sevilmeden yaşayabiliyor ama sevmeden yaşamak imkansız gibi bir şey sanırım. En azından benim için öyle. Ekmek gibi, su gibi. Sevmeliyim, kalbim mutlaka çarpmalı biri için. O heyecan hiç bitmemeli bende, damarlarımda dolaşan kan sürekli kıpır kıpır olmalı gibi. Durum böyle olunca da işte en ufak bir kıvılcımda sürüklemek istiyorum kendimi karşı cinse.

Ama bu sefer akıllandım. Artık olup olmadık sermiyorum sevgimi kimsenin önüne. Pazar malı değil ki sonuçta benim kalbim. Her insan kendisi için vazgeçilmez, herkes kendine göre değerli. Bende öyleyim tabii. Artık karşıma çıkan ilk adama; "Al bu benim kalbim, bunlarda sevgim. Tepe tepe kullan." demiyorum. İlla sevmek duygusu mu aşerdim, kendimi seviyorum. Kendime değer veriyorum. En azından geleceğe yatırım yapmış gibi hissediyorum kendimi böyle olduğunda.

Zaten bakacak olursanız, birine ayıracak zamanımda yok öyle. İşten çıkıp yorgun argın ders mi çalışayım, kendime mi zaman ayırayım, dostlarımla - ailemle mi vakit geçireyim telaşesine yetişemiyorken birine apayrı ayıracak bir zaman dilimine sahip değilim. O yüzden en mantıklısı "hayırlısı" deyip, kendimi - kendimle baş başa bırakmak bu aralar...

Gelecekteki Sevgiliye Bir Kaç Satır;

İnanıyorum. Gün gelecek ve ben farkında olmadan karşılaşacağım seninle. Bir akşam üzeri uzun uzun kitaplar okuyacağız seninle. Ellerimle yemekler yapacağım sana. Hafif çiseleyen yağmurun altında yürüyüşe çıkacağız kol kola. Hayatın takıldığım bir noktasında senin tecrübelerinle ilerleyeceğim yoluma ve sen benim fikirlerime daima önem vereceksin. Sabahlara kadar eğleneceğiz yeri gelecek. Bazen de başım omzunda dinleneceğim günün ortasında. "Seni seviyorum" dememe gerek kalmayacak, anlayacaksın halimden. Sonsuz güveneceğiz birbirimize. Farkında olmadan tanıyacağız birbirimizi. Günün sonunda işten çıkışımız ortak dost meclislerimizin sofralarında son bulacak. Ben en çok hangi yemeği sevdiğini bileceğim, sen nelere karşı alerjim olduğunu, birbirimizin en sevdiği rengi, müzik zevklerimizi, korkularımızı ve telaşlarımızı öğreneceğiz zamanla. Farkında olmadan karışacağız birbirimize ve bir bütün olacağız seninle.

O gün gelecek, inanıyorum. Ve büyük bir özlemle bekliyorum seni. Şu sıralar gelme, izin ver ben biraz daha toparlayayım kendimi. Ama çok fazla da gecikme olur mu? Hasretim sana. Şimdilik sadece hayallerimdesin, gelecekte el ele olacağız, biliyorum.

( Bu yazıyı okuyan güzel insan, sende aşksız kalma, emi ? )


5 Eylül 2016 Pazartesi

LAFIM ERKEK CİNSİNE !

Etrafta bir sürü balon olsun rengarenk. Muazzam bir yemek masası ve masanın tam ortasında ışıldayan şamdanlar. Kırmızı gül yaprakları serpiştirelim etrafına. Deniz manzarası olmadan olmaz tabii. Cam kenarına çekelim lütfen masayı da. Jilet gibi giyinsin beyefendi.  Hop açıversin avucunu aniden. Avuç içine tek taş bir pırlanta konduralım unutmadan da. Ve güveni sonsuz defa kırılmış, kalbi kırık, her şeyin en iyisi ve en kötüsünü birden yaşamış bir kız çizelim tam karşısına da. Ne olur dersiniz bu hikayenin sonu? Yakın mıdır acaba mutluluk yarından? Hiç sanmıyorum...
Güveni kırılmış, gururu incinmiş, her zorluğun üstesinden tek başına kalkmış bir kızı külkedisi masalları ile kandıramazsınız çünkü. Sahte ya da geçici prenses rollerine bürümek, bu insanlarda işe yaramaz. İki beden küçük gelir hayatlarına. Dünya'nın en kolay ama aynı zamanda da en zor işidir onları ikna etmek. Olabildiğine doğal ve olabildiğine alsız pulsuz olması gerekir vaatlerinizin. Bir kere bir darbe aldı mı dişi cinsi, bir kere ayakları yerden 50 metre havalanıp sonra yere tökezledi mi, bir daha kolay kolay yükselmez yerden. Tabii topuklu ayakkabılarını giymesi dışında. Her adam biraz sahte, her mükemmel aşk biraz acizdir onların gözünde. Bilirler çünkü "mutlu aşk" diye bir kavram olmadığını. Aşk; bile bile mutsuzluktur onların kitabında.
En iyisi mi siz kendiniz olun böyle biri ile beraber olmak istediğinizde. Ya da aşırı şaşalı ve abartı kokan şeylerden uzak durup, sadeliği sunun onlara. Ne bileyim işte lame, dore değil de yeşil olsun sunduğunuz renk. Bol huzur içereninden hani. Ya da masadaki peçetenin kumaşının kızın giydiği elbisenin kumaşından daha pahalı olduğu yerlerde olmak yerine, sahilde olun o kişi ile el ele.  Gül yaprakları dökmeyin başından aşağıya da, işte beraber bir ağaç dikin doğaya. En önemlisi de "ölene dek seni seveceğim" gibi saçma bir cümle hatasına düşmeyin karşısında. Tabii gözden de aynı hız oranında düşmek istiyorsanız orası ayrı. Ama ilklerini iliklerine kadar tüketmiş bir kadın asla zıplamaz böyle ucuz numaralara.
Dedim ya kendiniz olun. Her erkeğin aklından geçen ilk şeyi söyleyin uzatmadan. Mesela; "Seninle birlikte olmak istiyorum ama yarına umudum yok seninle" gibi şeyler bile olabilir söyleyeceğiniz. Çünkü siz ne kadar güzel söz söylerseniz söyleyin kadın zaten anlar sizin gözlerinizden ne demek istediğinizi. Sadece kendini aptal yerine koyup, karşındaki erkeği ne kadar aptallaştıracağını merak eder kadın. Ne kadar sahte, ne kadar kendisi, ne kadar yalancı olduğunuzu görmek istediğinden bozmaz sizi sadece. Ve ne kadar çirkin olursa olsun düşünceleriniz, siz doğruyu söylediğiniz kadar yer edinmeyi becerebilirsiniz başından bir şeyler geçmiş kadının kalbinde.
Kadın ne istediğini bilir. Karşındakini izler. Ve ona göre size istediğinizi verir. Bu da benden nasihat olsun erkek cinsine; bırakın artık ıssız adam rollerini kesmeyi. Kokuşmuş, ucuz ve demode numaralarınızı sokuşturun ve bir daha çıkarmayın cebinizden ki oluru olan şeyleri de bozup batırıvermeyin.
Bu kadarı kafidir şimdilik.

Başka bir yazıda görüşmek dileği ile...


3 Eylül 2016 Cumartesi

DÖNDÜM BEN !

Takip edenler bilirler, blogu ilk açtığım zamanlar günde üç - beş defa yazdığım yazılar zamanla haftada iki - üçe düşmüş sonrada ayda iki tane yazsam kar sayılır duruma gelmişti. Bu zaman zarfında yaşadıklarımdan yıpranmış birde tekrar tekrar yazıya dökerek bunaltmak istememiştim içimi. Yalnız son günlerde ne olduğu bilinmez yine uzunca yazasım geliyor. Öyle ki saklamak yerine hissettiklerimi sizinle de paylaşmak, dökmek ister oldum içimi yeniden. 

Bazen yazmak değil de yaşamak ister insanın canı. Öyle bir dönemden geçtim bende. Belki de yazacaklarım tükendiği içindi verdiğim bu ara. Ama o kadar güzel duygular sığdırdım, tecrübeler edindim ki bu dönem içerisinde, şimdi yeniden "yazmak vakti" gibi hissediyorum. Bu blogun en güzel yanı kendimi yalnız hissettiğim anda beni takip eden ve okuyan kişilerin var olduğunu bilmek sanırım. O yüzden ne zaman dertleşmeye ihtiyaç duysam, ne zaman bir şeyler geçse hayatımdan ya da hayatın bir dönemecinden geçsem ben, burada sizlerle konuşurken buluyorum kendimi. Yazmak değil bu benim için, konuşmak ve içimi dökmek sadece. O yüzden neler olmuş hayatımda, gelin beraber bakalım isterseniz.

İYİLEŞİYORUM DEĞİL İYİLEŞTİM BEN.

Hayatımın en zorlu ama en güzel, deli dolu zamanlarıydı 2015. Birini sevdim. Bir daha kimseyi sevmeyecekmişim gibi tüm sevgimi vererek, kendimden, gençliğimden ödün vererek sevdim hem de. Gelin görün ki olmadı. Yürütemedik, beceremedik bir bütün olmayı. Ona soracak olursanız eminim ki elinden gelen her şeyi yapmıştır da benim hatalarımdan dolayıdır böyle oluşumuz. Bana soracak olursanız da tabii ki ben haklıyım. Ama hayat haklıya ya da haksıza değil de kazanan ve kaybedene bakıyor sadece. Biz kaybettik. 2016'nın Şubat'ı, sevgililerin en güzel ayında kopardık bağlarımızı. Aylarca didindik durduk ama yine de kavga - dövüşün ötesine geçemedik birbirimize karşı. Çok suçladım, kızdım, sinirlendim, cezalandıracağım diye olur olmaz hatalar işledim, dilime hakim olamadım kötü konuştum, beddua ettim yeri geldi. O belki hayatına geri dönebildi yeniden başlayabildi de ben uzunca bir süre ben olamadım yeniden. Çok ağladım çok yıprattım kendimi. 

Hayat beni büyük bir dönüm noktasına getirdi sonra. Ya salı verecektim kendimi olmaz uçurumlardan aşağıya ya da silkelenip kendime gelecektim. Ve ne mutlu ki yeniden "ben" olabilmeyi seçtim hatalar içerisinden. Öyle pattadanak  kendine gelemiyor insan bu arada. Onu da peşin peşin söyleyeyim. Kaç blog yazımda yazmışımdır hatırlamıyorum bile. Hayatıma koymaya çalıştığım kurallarımı, artık değiştim edebiyatlarını kaç kez sıktım sizlere kim bilir. Yalan değildi hiç biri. Hepsi yapmak istediğim ama yapamadığım şeylerdi. Yani ben sizi değil de en çok kendimi kandırdım o yazılarda. Tam bir adım atacak oldum yere düştüm, bir adım daha derken çelme yedim bileklerimden, bir adım daha bu sefer muz kabuğuna bastım yere düştüm tekrardan. Ama hiç bir zaman pes etmedim. Bir süre sonra fark ettim ki her düşüşümde bir öncekinden daha hızlı ve güçlü kalkıyorum yerimden. Ve bunun farkına vardıktan sonra da bir bir açılır oldu tüm yollar önüme.

Öncelikle oluru olan şeylere yürümedim de olmazlarımdan başladım hayatımı düzeltmek için. "Hayatta yapmam" dediğim her ne var ise tek tek üstünü çizip çıkartıp attım hayatımdan. Mesela yüzmeyi öğrendim ben bu sene. Yıllarca sudan ödü koptuğu için deniz - kum - güneş üçlüsüne yanaşmadan yaz sıcağının tepesinde kültür turlarına çıkan ben bu sene suya bıraktım kendimi. Gerçi alışması pek bir kolay olmadı ama zamanla su aktı yolunu buldu bir şekilde. Yazın başında ayakları suya deyince "Yetişiiiiin boğuluyorum beeeeen" diye bağıran kız Ağustos sonunda yerini balık gibi yüzen birine bıraktı sanki. Daha sonra bir olmaz dediğim şeye daha el atayım dedim ve dolabımda beklettiğim, kilo almaya başladıktan sonra giyemediğim etiketi üzerinde şortlarıma ve eteklerime geldi sıra. Haziran sonuna doğru ilk mini etekle sokağa çıkışımı hatırladıkça gülüyorum hala. "Herkes bana bakıyor" diye oturup üç - beş saat ağlamışımdır herhalde. Sonra nasıl oldu bilinmez alıştım yeniden cicili bicili giyinmeye. Vardır bazen insanların böyle güven eksiklikleri. Benimde oldukça fazlaydı bu konuda. Yıllarca giymediğim ne varsa hepsini giydim, gezdim güzelce. "Öldürseler önü açık ayakkabı giymem" diyen ben tüm yazı, sandaletlerle, parmak arası terliklerle geçirdim diyebilirim. Ohhh.. İyi ki de yapmışım hepsini.

Para biriktirmeyi öğrendim sonra. Yıllarca har vurup harman savuran ben, kredi kartı limiti her zaman %100 dolu olan ben, alışverişe çıktığı zaman eve dönüş yolunda taksi parası dışında para bırakmadan harcama yapan ben sonunda bir dur demeyi öğretebildim kendime. Daha sonra "Eğitim şart!" dedim ve tüm tembelliklerimi bir kenara bırakıp istediğim Radyo - Televizyon bölümünü kazandım. Yeniden okullu oldum anlayacağınız. Spora yazıldım, yeni kurslara gittim, yemek yapmayı öğrendim. Güzelce bir tatil yaptım. Üç hafta boyunca yepyeni yerler gördüm, farklı iklimlerin havalarını soludum, farklı kıyıların sularında yüzdüm, bambaşka hayat hikayeleri dinleyip farklı insanlarla tanıştım. Yeniden dost olmayı, arkadaş edinmeyi, topluma karışmayı başardım.

 

Ve tekrar işime ve evime döndüğümde gözlerimin bir başka parladığını fark ettim. Ben tüm zehrimi atmıştım farkında olmadan.Kendimi uçurumlardan atmak yerine yeni yokuşlara çıkmayı başarmıştım.  O çok sevdiğimi zannettiğim adamın sadece bir alışkanlıktan ibaret olduğunu, kimseyi kendimden çok sevmediğimi, onca saçma sapan şeyi hem ona hem kendime boşu boşuna yaşattığımı, kendimi aylarca yok yere üzdüğümü ve hayatın gerçekten çok güzel olduğunu anladım. Zihnimi, bedenimi, duygularımı arındırdım tüm kötülüklerden. Dinlendim ve özüme döndüm ben. O kadar çaba gösterirken olmamıştı ama çabalamayı bırakıp akışına bırakınca iyileşmiştim ben...

Kimseye öfkem yok, kimseye kızgın değilim, kimseyi çok seviyor ya da hiç sevmiyor değilim artık. Geçmişteki tüm kötülükleri unuttum. Sanki hiç aşık olmamış, hiç ağlamamış, hiç canı yanmamış gibiyim ben. Önümde kocaman bir ömür, deli dolu bir gençlik var şimdi. Hiç yaşamamış gibi yaşamak istiyorum yeniden her şeyi. Aşık olmak, dost olmak, sırdaş, kardeş, abla, öğrenci... olmak istiyorum yeniden. Sanki ilk defa gibi... Sanki ben yeniden doğmuşum gibi.

 

Not: Sanırım YENİDEN aşık oldum. Bir kaç gün daha bekleyeyim eğer bu saçma duygunun etkisinden kurtulamaz isem mutlaka paylaşacağım sizinle.

Sevgi ile kalın..

 


1 Eylül 2016 Perşembe

Hoşgeldin Sonbahar

Bugün bir farklı uyandığımı hissettim. İki yıl önce taşınıp bir türlü benimseyemediğim, sevemediğim semtimin sokaklarını bile sevdim işe gidiş yolunda. Havada ayrı bir büyü vardı sanki bugün. Ne bunaltıcı bir İstanbul sıcağı ne de soğuktan dişlerini titrettiğin bir hava. Hafiften kollarımda hissettiğim serinlik hissi bile çok güzeldi. Ayılmak için içtiğim bir bardak sıcak çayın buğusuna kapılıp nedensizce gülümsedim durdum sabahın köründe. "Bugün güzel geçecek" diye söz verdim kendime sonra. Ama bu denlisini tahmin bile edemezdim açıkçası.

Öğlen saatlerine kadar hallettiğim işlerimin arasına bir kahve molası sıkıştırmaya karar vermiştim ki tam bu sırada güzelleşmeye başladı aslında günüm. Uzun zamandır görüşmek istediğim ama bir türlü fırsat yaratıp görüşemediğim bir arkadaşımla buluştuk kahve masasında. Konu konuyu açtı, sohbet sırları döktü ortaya. Hani ne zaman bunalıp - daralsam buraya döküyorum ya içimi, ilk defa birine döktüm bu kadar kendimi. Biri ile hele ki ilk defa yüz yüze görüştüğüm biri ile asla bu kadar açık oynadığımı hatırlamıyorum kartlarımı daha önce. Nasıl oldu bilinmez -kırk yıldır tanıyor gibi- bir his oluştu içimde. Utanmadım, sıkılmadım sohbetinden, kasmadım kendimi, bir başkası gibi değil de kendim gibi oldum yanında. Ve ilk defa kulak verdim birinin sözlerine. Anlattıkları, yaşadıkları o kadar hayatın gerçeklerinden ve içtendi ki ilk defa uyasım geldi birinin nasihatlerine. Ne yalan söyleyeyim on saat oturup konuşalım dese kalkmazdım o masadan kolay kolay. Son iki saattir konuştuklarımızı düşünüyorum. Doğruluk payı olduğuna inandığım fikirlerinin altını çizip, kendimi sorguya çekiyorum inandığım gerçekler konusunda. 

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, ne yazık ki insanın başka bir insana güveni yeşermiyor kolay kolay. Öyle kapılıp birine gidemiyorsun ardından. Çıkar ilişkisi dışında başka bir amaç gütmeyen onca insan arasında böyle güzel insanlarında olduğunu görüyor olmak mutluluk veriyor bana. Ben bugün bir dost edindim kendime. Ömrümün sonuna dek dertleşebileceğime inandığım bir dost. İlk görüşte aşkı bilmem ama ilk görüşte dost olabiliyormuş meğer insan.

Sonrasında peşin sıra geldi güzel haberler. Şimdi tek - tek yazıp nazar değdirmek istemiyorum kendime. Yanlış anlamayın beni ne olur, sizin için demiyorum asla. Ama bazen kendi kendini nazarlar ya insan, benimki de o misal.

Az önce fark ettim ki bugün 1 eylülü gösteriyor takvim yaprakları. Ve anladım ki o yüzden günümün güzel geçmesi bu denli. Baharları ayrı severim ben. İlkbaharda filizlenir yeniden umutlarım ve sonbaharda kitap kokuları eşliğinde kapılırım hayat telaşesine. O yüzden ayrı bir mutluluk var şu an içimde. Hafiften estirdiği rüzgarlarına sığındığım güzel mevsim. Hoş geldin sonbahar. Ne güzel geldin sen öyle. Fark etmedim bile. Ansızın kollarında buldum kenQdimi.  Ansızın yine umut doldu göğüs kafesime.

İyi ki geldin, hoş geldin...

Not: Kim bulup çıkarmış ise "İlkbaharda aşk başkadır" lafını gelsin birde sonbaharda yaşasın da aşkı ondan sonra göreyim ben onu!